“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun.” (Âl-i İmrân sûresi, 104)
Yaşadığımız hayatta çeşitli aidiyetlerimizle farklı anlamlar kazanırız. Bir aileye, sülaleye, bir mahalleye, bir şehre, bir okula, bir kuruma veya bir millete ait olmayı da bu kapsamda değerlendirebiliriz. Her birinin yanı sıra bizler inananlar olarak, ümmetin bir parçasıyız ve İslam alemine aidiyetimiz var. Bunun da hepsinden öte apayrı bir anlamı bulunmakta.
Bahsettiğimiz bu aidiyetler bizlere çeşitli sorumluluklar yüklemekte. Örneğin, bir ailede her kişinin farklı görevleri bulunuyor. Anne yemek işlerini yerine getirirken, babalar geçim işleriyle meşgul olur. Çocukların da o aileye karşı kendilerinden beklenen sorumlulukları oluyor. Ve diğer aidiyetlerimizin de üzerimize yüklediği bazı yükümlülüklerin olduğunu burada belirtelim.
Müslüman olmamızdan dolayı oluşan yükümlülükleri Rabbimiz (C.C) bizlere açık ve net bir şekilde elçisi aracılığıyla iletmiş. Zorunlu olduğumuz vazifelerimiz olduğu gibi zorunlu olmadığımız, ancak yerine getirmemiz halinde bizleri mükafat sahibi yapacak işler de bulunmakta. Ne yazık ki dünya nimetlerinin kafamızı karıştırması neticesinde bu zorunlu olan, veya bahsettiğimiz zorunlu olmayan işleri de unutabiliyoruz. Bu yazımız vesilesiyle bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum. Umarım faydalı olur.
Neler Yapmalıyız?
Efendim, yazımızın başındaki Ayet-i Kerime’de açıkça iyiliği yaymak ve kötülüğü engellemek için çalışmakla emrolunmuşuz. Demek ki sadece yiyip içerek, gezip dolaşarak, yatıp yuvarlanarak dünya hayatını geçiştiremeyiz. Bize bahşedilen ömür nimetini anlamlı hale getirmek, Rıza-ı İlahi için gayret göstermek en önemli vazifelerimizdendir. Bunu da her insan kendisine verilen imkan ve kabiliyete göre icra etmelidir.
Bazı insanın yazı mahareti olabilir, bazı kimselerin maddi imkanı mevcuttur, kimi insanın akademik ünvanı vardır, kimisi makam mevki sahibidir. Özetle bizlere verilen imkan çerçevesinde yaşadığımız topraklar için, mensubu bulunduğumuz İslam Ümmeti için görevden kaçmamak bizlerin asli vazifelerindendir. Öyle duyarsız kalmak, nemelazımcılık yapmak Müslümana asla yakışmaz!
Öncelikle Cami merkezli bir hayat hedefimiz olmalı. Camilerimiz isminden de anlaşılacağı üzere Müslümanları bir araya getiren ve Yüce Yaratıcımız Hz. Allah’ın evi. Dolayısıyla camiden uzaklaşmak, bu mekanları garip bırakmak Müslümanı vebal sahibi yapar. Güzel olan her vakit camiye gitmektir. Olmadı günde bir, yine olmadı haftada en az 3-5 kez vakit namazına gitmek icap eder. Yine cami görevlileri ile irtibat halinde olup yapılacak bir hizmet olup olmadığını sormak, gerekirse o hizmetlerde yer almak gerekir. Ancak birçok Müslüman Cuma günleri bile camiye kerhen gidiyor, hatta hava müsaitse cami içine girmeye bile tenezzül etmiyor. Gerçi bu da nasip işi!
Yine imkanlar dahilinde Müslümanların oluşturduğu dernek vakıf gibi oluşumlarda aktif vazifeler almalı, etkinliklere katılıp en azından duruşumuzu ortaya koymalıyız. Müslüman, cemiyete dahil olarak ruh kazanır. İş saatlerinde para kazanıp diğer zamanlarda zevk-ü sefa derdine düşemez! Zaman zaman film, dizi izleyebilir ama yayındaki bütün dizileri izleyip hatim edemez! Gidip bir kafede beş saat vakit geçirip, bir saatlik hizmetten kaçamaz! Dünya nimetlerinden faydalanmak gerekir ama bütün hayatımızı nimetlerden faydalanma üzerine kurgulayamayız.
Fetö Travması Bir Bahanedir ve Bu Bahaneden de Artık Kurtulmalıyız!
Bahsettiğimiz bu olumsuz durumun dünya sevgisinin ve nimetlerin artmasının dışında çeşitli sebepleri bulunmakta. Bu sebeplerden birisi de kötü örneklerin artmış olması. Doğrudur, haklılık payı olabilir. Örneğin, fetö yapılanmasının bu konudaki tahribatı asla göz ardı edilemez. Fetö, küresel bir şeytani projeydi ve ülkemiz Müslümanlarının samimi duygularını ve imkanlarını kullanarak devlete, millete, İslam’a ihanet etti. Kabul ediyorum büyük bir travma yaşadık ama bütün hayatı bu travma bahanesiyle sürdüremeyiz! Toparlanıp güçlü yapılarla Ümmetin hizmetine koşmamız gerekiyor.
Bir yemekten zehirlendik diye yemek yemeyi bırakıyor muyuz? Belki aynı yemeği tekrar yemiyoruz ama başka yemeklerle yolumuza devam ediyoruz. Dinimizin kırmızı çizgilerini iyi öğrenip, tuzağa düşmeyeceğiz. Kur’an ve Sünnet rehberimiz olacak. Bu tür kusurlu yapılar kendini muhakkak ele verir. Şeriata uygun mu, değil mi kolaylıkla anlarız. Zorlandığımız noktada Diyanet Teşkilatımızın rehberliğine başvurabiliriz.
Bu konuda da yine en güzel örnek Rasülullah Efendimiz’dir (SAV). Kendisine Peygamberlik gelmeden önceki cahiliye döneminde, Mekke’deki bazı sorunlarla mücadele için erdemli insanlarca oluşturulan Hilfü’l Fudul isimli cemiyette aktif görev almış ve insanların iyiliği için çaba göstermiştir. Efendimiz, çok sonraları bu konu hakkında; “Abdullâh bin Cüd’ân’ın evinde amcalarımla birlikte, Hılfü’l-Fudûl’de hazır bulun¬dum. O meclisten o kadar memnun oldum ki, ona bedel bana kızıl develer verilse, o kadar sevinmezdim.” buyurmuş, bu cemiyete yine çağrılsa yine gideceğini ifade etmiştir.
Her dönem siyasi, içtimai, ekonomik veya sosyal konularda farklı ihtiyaçlar hasıl olabilir ve bu ihtiyaçlar, bulunulan bölgeye göre de farklılık gösterebilir. Allah kabiliyetimize göre hepimizin önüne farklı bir hizmet fırsatı çıkartır ve bize o fırsatı değerlendirmek düşer. Yaşadığımız bu çağda yapacağımız çok iş var ve bir işi bir ucundan tutmaktan kaçamayız. Samimi ve ahlaklı bir Müslüman olarak her ortamda söz sahibi olmayız. Hatta sadece İslami hizmetler yapan yerlerde değil; meslek örgütlerinde, sendikalarda veya farklı STK’larda da söz sahibi olmak, Müslüman duruşumuzla hizmet etmek faydalı bir yaklaşımdır. Bütün bunları bir Müslüman sorumluluğu olarak değerlendirmeliyiz. Bu arada İslam, sohbet kültürü ile güçlenmiştir. En azından haftanın bir günü ehil bir Hoca Efendiden bir sohbet takip etmemiz gerekir. Bunu da önemsemeliyiz.
Son söz, derdimi meramımı anlattığımı düşünüyorum. Bu konuda ilerleyen zamanlarda yine farklı hatırlatmalar yapmak isterim. Üzerimizdeki ölü toprağından kurtulmalıyız. Hayattaki önceliklerimizi tekrar gözden geçirmeliyiz. Derdimiz Rıza-ı İlahi olmalıdır, vesselam…
Anasayfa
Yazarlar
Abdullah Yılmaz
Yazı Detayı
Bu yazı 1087+ kez okundu.
MÜSLÜMAN CEMİYET İLE RUH KAZANIR
“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun.” (Âl-i İmrân sûresi, 104)
Yaşadığımız hayatta çeşitli aidiyetlerimizle farklı anlamlar kazanırız. Bir aileye, sülaleye, bir mahalleye, bir şehre, bir okula, bir kuruma veya bir millete ait olmayı da bu kapsamda değerlendirebiliriz. Her birinin yanı sıra bizler inananlar olarak, ümmetin bir parçasıyız ve İslam alemine aidiyetimiz var. Bunun da hepsinden öte apayrı bir anlamı bulunmakta.
Bahsettiğimiz bu aidiyetler bizlere çeşitli sorumluluklar yüklemekte. Örneğin, bir ailede her kişinin farklı görevleri bulunuyor. Anne yemek işlerini yerine getirirken, babalar geçim işleriyle meşgul olur. Çocukların da o aileye karşı kendilerinden beklenen sorumlulukları oluyor. Ve diğer aidiyetlerimizin de üzerimize yüklediği bazı yükümlülüklerin olduğunu burada belirtelim.
Müslüman olmamızdan dolayı oluşan yükümlülükleri Rabbimiz (C.C) bizlere açık ve net bir şekilde elçisi aracılığıyla iletmiş. Zorunlu olduğumuz vazifelerimiz olduğu gibi zorunlu olmadığımız, ancak yerine getirmemiz halinde bizleri mükafat sahibi yapacak işler de bulunmakta. Ne yazık ki dünya nimetlerinin kafamızı karıştırması neticesinde bu zorunlu olan, veya bahsettiğimiz zorunlu olmayan işleri de unutabiliyoruz. Bu yazımız vesilesiyle bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum. Umarım faydalı olur.
Neler Yapmalıyız?
Efendim, yazımızın başındaki Ayet-i Kerime’de açıkça iyiliği yaymak ve kötülüğü engellemek için çalışmakla emrolunmuşuz. Demek ki sadece yiyip içerek, gezip dolaşarak, yatıp yuvarlanarak dünya hayatını geçiştiremeyiz. Bize bahşedilen ömür nimetini anlamlı hale getirmek, Rıza-ı İlahi için gayret göstermek en önemli vazifelerimizdendir. Bunu da her insan kendisine verilen imkan ve kabiliyete göre icra etmelidir.
Bazı insanın yazı mahareti olabilir, bazı kimselerin maddi imkanı mevcuttur, kimi insanın akademik ünvanı vardır, kimisi makam mevki sahibidir. Özetle bizlere verilen imkan çerçevesinde yaşadığımız topraklar için, mensubu bulunduğumuz İslam Ümmeti için görevden kaçmamak bizlerin asli vazifelerindendir. Öyle duyarsız kalmak, nemelazımcılık yapmak Müslümana asla yakışmaz!
Öncelikle Cami merkezli bir hayat hedefimiz olmalı. Camilerimiz isminden de anlaşılacağı üzere Müslümanları bir araya getiren ve Yüce Yaratıcımız Hz. Allah’ın evi. Dolayısıyla camiden uzaklaşmak, bu mekanları garip bırakmak Müslümanı vebal sahibi yapar. Güzel olan her vakit camiye gitmektir. Olmadı günde bir, yine olmadı haftada en az 3-5 kez vakit namazına gitmek icap eder. Yine cami görevlileri ile irtibat halinde olup yapılacak bir hizmet olup olmadığını sormak, gerekirse o hizmetlerde yer almak gerekir. Ancak birçok Müslüman Cuma günleri bile camiye kerhen gidiyor, hatta hava müsaitse cami içine girmeye bile tenezzül etmiyor. Gerçi bu da nasip işi!
Yine imkanlar dahilinde Müslümanların oluşturduğu dernek vakıf gibi oluşumlarda aktif vazifeler almalı, etkinliklere katılıp en azından duruşumuzu ortaya koymalıyız. Müslüman, cemiyete dahil olarak ruh kazanır. İş saatlerinde para kazanıp diğer zamanlarda zevk-ü sefa derdine düşemez! Zaman zaman film, dizi izleyebilir ama yayındaki bütün dizileri izleyip hatim edemez! Gidip bir kafede beş saat vakit geçirip, bir saatlik hizmetten kaçamaz! Dünya nimetlerinden faydalanmak gerekir ama bütün hayatımızı nimetlerden faydalanma üzerine kurgulayamayız.
Fetö Travması Bir Bahanedir ve Bu Bahaneden de Artık Kurtulmalıyız!
Bahsettiğimiz bu olumsuz durumun dünya sevgisinin ve nimetlerin artmasının dışında çeşitli sebepleri bulunmakta. Bu sebeplerden birisi de kötü örneklerin artmış olması. Doğrudur, haklılık payı olabilir. Örneğin, fetö yapılanmasının bu konudaki tahribatı asla göz ardı edilemez. Fetö, küresel bir şeytani projeydi ve ülkemiz Müslümanlarının samimi duygularını ve imkanlarını kullanarak devlete, millete, İslam’a ihanet etti. Kabul ediyorum büyük bir travma yaşadık ama bütün hayatı bu travma bahanesiyle sürdüremeyiz! Toparlanıp güçlü yapılarla Ümmetin hizmetine koşmamız gerekiyor.
Bir yemekten zehirlendik diye yemek yemeyi bırakıyor muyuz? Belki aynı yemeği tekrar yemiyoruz ama başka yemeklerle yolumuza devam ediyoruz. Dinimizin kırmızı çizgilerini iyi öğrenip, tuzağa düşmeyeceğiz. Kur’an ve Sünnet rehberimiz olacak. Bu tür kusurlu yapılar kendini muhakkak ele verir. Şeriata uygun mu, değil mi kolaylıkla anlarız. Zorlandığımız noktada Diyanet Teşkilatımızın rehberliğine başvurabiliriz.
Bu konuda da yine en güzel örnek Rasülullah Efendimiz’dir (SAV). Kendisine Peygamberlik gelmeden önceki cahiliye döneminde, Mekke’deki bazı sorunlarla mücadele için erdemli insanlarca oluşturulan Hilfü’l Fudul isimli cemiyette aktif görev almış ve insanların iyiliği için çaba göstermiştir. Efendimiz, çok sonraları bu konu hakkında; “Abdullâh bin Cüd’ân’ın evinde amcalarımla birlikte, Hılfü’l-Fudûl’de hazır bulun¬dum. O meclisten o kadar memnun oldum ki, ona bedel bana kızıl develer verilse, o kadar sevinmezdim.” buyurmuş, bu cemiyete yine çağrılsa yine gideceğini ifade etmiştir.
Her dönem siyasi, içtimai, ekonomik veya sosyal konularda farklı ihtiyaçlar hasıl olabilir ve bu ihtiyaçlar, bulunulan bölgeye göre de farklılık gösterebilir. Allah kabiliyetimize göre hepimizin önüne farklı bir hizmet fırsatı çıkartır ve bize o fırsatı değerlendirmek düşer. Yaşadığımız bu çağda yapacağımız çok iş var ve bir işi bir ucundan tutmaktan kaçamayız. Samimi ve ahlaklı bir Müslüman olarak her ortamda söz sahibi olmayız. Hatta sadece İslami hizmetler yapan yerlerde değil; meslek örgütlerinde, sendikalarda veya farklı STK’larda da söz sahibi olmak, Müslüman duruşumuzla hizmet etmek faydalı bir yaklaşımdır. Bütün bunları bir Müslüman sorumluluğu olarak değerlendirmeliyiz. Bu arada İslam, sohbet kültürü ile güçlenmiştir. En azından haftanın bir günü ehil bir Hoca Efendiden bir sohbet takip etmemiz gerekir. Bunu da önemsemeliyiz.
Son söz, derdimi meramımı anlattığımı düşünüyorum. Bu konuda ilerleyen zamanlarda yine farklı hatırlatmalar yapmak isterim. Üzerimizdeki ölü toprağından kurtulmalıyız. Hayattaki önceliklerimizi tekrar gözden geçirmeliyiz. Derdimiz Rıza-ı İlahi olmalıdır, vesselam…
Ekleme
Tarihi: 08 Kasım 2024 - Cuma
MÜSLÜMAN CEMİYET İLE RUH KAZANIR
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.