bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu deneme bonusu veren siteler ecoplay deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren bahis siteleri youtube mp3 bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler meritking giriş kingroyal giriş deneme bonusu veren siteler casinorulet.com casino siteleri

Erdoğan DEMİR
Köşe Yazarı
Erdoğan DEMİR
 

ULULAR KÖPRÜ OLSA BASIP GEÇME

(Kendi Irkına İhanet Edenin sonu) Eski devirlerde, hükümdara, hükümdarlara yanaşan,  göze giren insanlar varmış.  Bunlar giderek devlet yönetiminde "aile boyu" yer alırlar, her şeye hakim olurlarmış... Ve tabi sonuç iki taraf da duruma göre hüsran…. Peki, geçmişte böyle olmuş da, şimdiki zamanlarda olmuyor mu? Büyüklerin adını kullanıp makam ve mevki sahibi olmalar vs…… Sizlere ilginç mi ilginç bir olay anlatayım, yorumu ve kararı sizlere bırakıyorum. Harun Reşit, Abbasi'lerin beşinci ve en tanınmış halifesidir ve 763-809 yılları arasında yaşamıştır. Onun dönemi siyaseten söz konusu edilirse, mutlaka Bermeki'lerden de söz açmak gerekli olur. Çünkü bu kabile, onun döneminde çok sivrilmiş ve Abbasi devletinin hemen her kademesine getirilecek olanlar, mutlaka hep Bermeki aşiretinden seçilmiştir. Bermekilerin devlet içinde bu kadar sivrilmeleri, zaman içinde onlar üzerine kimilerinin husumetini çekmişse de, 'insanın kendi eli ile başına getirdiğini cümle alem bir olsa getiremez' dedikleri hesap, onlar da; kendilerini çekemeyenlerin kendilerine bir zarar vermesine gerek kalmadan, kendi hatalarının ceremesini fazlası ile çekmişlerdir. Şöyle ki: Harun Reşit, bir gün çok değer verdiği veziri Yahya el-Bermeki (Bazı kaynaklarda Cafer) ile sarayının bahçesinde gezintiye çıkmış, hem yürüyorlar hem de devlet meseleleri hakkında konuşuyorlarmış. Harun Reşid'in gözü bir ara bir elma ağacının dalında asılı duran bir elmaya takılmış. Onu görünce canı çekmiş ve elmayı dalından koparmak üzere uzanmış, lâkin bir kaç kere hamle etmişse de, elmayı koparmayı başaramamış. Bunun üzerine, vezir Yahya el-Bermeki (bazı kaynaklarda Cafer ismi geçer)  atılmış ve: -Padişahım, sen şöyle çömeliver!.. demiş ve Harun Reşid'in çömelmesi ile beraber onun omzuna basarak dala uzanıverip elmayı koparmış. Sonra da; "buyurun Padişahım!.."  diyerek onu Harun Reşid'e ikram etmiş. Bütün bunlar olup biterken, meğer sarayın bahçıvanı da bunları uzaktan izler dururmuş! O bahçıvan da Bermeki aşiretine mensup bir adammış. Harun Reşid'in omzuna basarak elmaya uzanan o vezirin bu davranışı bahçıvanın hiç hoşuna gitmemiş ve işi gücü derhal bırakarak apar topar kendini kadının huzuruna atıvermiş!.. Kadı, onun bu telaşlı haline bir mana verememişse de, görevi gereği derdinin ne olduğunu sormuş. Bahçıvan da, kendi isteği ile Bermeki aşiretinden çıkmak istediğini, bunun için de mahkemeden tasdikli bir belgeye ihtiyaç duyduğunu ve bu sebepten huzura çıktığını söylemiş. Bu istek karşısında hem kadı, hem de orada bulunanlar hayretlerini gizleyememişler. Öyle ya, herkesin Bermeki aşiretine mensup olmaya gıpta ettiği bir zamanda, böyle bir mahkeme i'lamı talep etmek, hangi aklın eseri ola ki?!.. Kadı, bahçıvana elinden gelen nasihati vererek onu kararından döndürmeye çalışsa da, bahçıvan bunun hiç bir sebep göstermek zorunda olmadığının da farkında olan bir adam olarak talebinde ısrarcı olmuş ve nihayetinde kadı da;  “eh, öyle ise benden günah gitti!.." diyerek bahçıvana istediği belgeyi vermiş. Aradan yıllar gelip geçmiş, halk içindeki Bermeki rahatsızlığı giderek artmış. Mevki ve makam sahibi olmayı artık kendileri için doğal bir hak gibi gören ve kendileri olmadan Abbasi hükümdarlığının ayakta duramayacağını düşünen Bermekilerin bu vaziyeti, artık Harun Reşid'in de sabrını zorlamaya başlamış. Ve nihayet günün birinde sabır taşmış ve Harun Reşit, bütün Bermeki'lerin kellesinin vurulmasına ferman çıkarmış. Ortalık karışmış, halk, kolluk kuvvetlerine gönüllü yardımcı olmak için paçaları sıvamış ve nerede bir Bermeki varsa onu Harun Reşid'in adamlarına ihbar etmeye başlamış. Bu kargaşa içerisinde, halktan birinin aklına gelmiş: Sarayın bahçıvanı da Bermeki'dir!  Bunu duyan muhafızlar, derhal sarayın bahçesine seğirtmişler ve bahçıvanı cezalandırmak üzere, yaka paça orta yere getirmişler. Bahçıvan, bir fırsatını bulup bu öfkeli kalabalığa seslenmiş: -Durun, yanlış yapıyorsunuz! Ben Bermeki değilim!.. Tabii, onun bu feryadına herkes gülmüş. Ama bahçıvanın kendinden emin tavırları dikkat çekmiş ve bakmışlar ki, bu sadece son dakikada can kurtarmak için atılan boş bir palavraya benzemiyor. Biri çıkıp demiş ki: -Kendinden pek emin konuşuyorsun bahçıvan efendi!.. Ama burada herkes senin Bermeki olduğunu bilir! Bunun için iki Müslüman’ın şahadeti de yeter!.. Ve değil iki kişi, burada buna şahadet edecek bir dolu Müslüman var! O halde, boş konuşma da, diyeceğin başka bir şey var ise söyle. Yoksa da cezana razı ol!.. Bahçıvan, doğrulup, üstünü başını düzledikten sonra, koynundan yıllar önce mahkemeden aldığı i'lamı çıkarıp bunların burnuna dayamış: -Alın, işte Bermeki olmadığımın belgesi burada!.. Kağıdı alıp inceleyenler görmüşler ki, adam yıllar önce Bermekilikten mahkeme kararıyla istifa etmiş!.. Bu halde, serbest kalmasında bir beis yok!...Adama sormuşlar niçin böyle yaptın diye.             -Efendim, bir adam, kendisini, en yüce makam ve yetkilere kavuşturan halifesinin sırtına basıp, elma koparacak kadar gözü dönmüşse, onun başına gelecek var demektir. Kurunun yanında yaş da yanmasın, diye, Mahkemeden bu kararı aldım. Der. Evet, atalar ne demiş: İslam’ın şartı beş ise altıncısı haddini bilmektir. Zira, unutulmamalı ki, haddini aşanlara Allah eninde sonunda haddini bildiriyor!.. Öyleyse, buna hep dikkat edelim. Hani ne demiş Paşa: Anlıyorum, bu Allah bu emri yerine getirirken hangi p…..gi görevlendirdi bunu merak ediyorum. Demiş. Bir söz var; Ulular köprü olsa basıp geçme. Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda gezerken keklik satılan bir tezgah görür ve keklik satılan tezgaha yönelir. Bütün keklikler 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 100 altındır. Yavuz Sultan Selim sorar: -Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın? Satıcı: -Hünkarım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar. Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve -Ver o kekliği bana! der. Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca Padişah bir kekliği diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kekliğin kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki: -Kendi ırkına ihanet edenin işte sonu budur. Der. Her şey Allahın emri fakat, emir bir başkasının eli ile yerine getirilir. Peki şimdilerde kendi devletine, kendi milletine, kendi dindaşına ihanet edenlere ne yapmalı acaba… Yorum sizin…  Kalın sağlıcakla!... 
Ekleme Tarihi: 20 Ocak 2015 - Salı

ULULAR KÖPRÜ OLSA BASIP GEÇME

(Kendi Irkına İhanet Edenin sonu)

Eski devirlerde, hükümdara, hükümdarlara yanaşan,  göze giren insanlar varmış.  Bunlar giderek devlet yönetiminde "aile boyu" yer alırlar, her şeye hakim olurlarmış... Ve tabi sonuç iki taraf da duruma göre hüsran…. Peki, geçmişte böyle olmuş da, şimdiki zamanlarda olmuyor mu? Büyüklerin adını kullanıp makam ve mevki sahibi olmalar vs……

Sizlere ilginç mi ilginç bir olay anlatayım, yorumu ve kararı sizlere bırakıyorum. Harun Reşit, Abbasi'lerin beşinci ve en tanınmış halifesidir ve 763-809 yılları arasında yaşamıştır. Onun dönemi siyaseten söz konusu edilirse, mutlaka Bermeki'lerden de söz açmak gerekli olur. Çünkü bu kabile, onun döneminde çok sivrilmiş ve Abbasi devletinin hemen her kademesine getirilecek olanlar, mutlaka hep Bermeki aşiretinden seçilmiştir. Bermekilerin devlet içinde bu kadar sivrilmeleri, zaman içinde onlar üzerine kimilerinin husumetini çekmişse de, 'insanın kendi eli ile başına getirdiğini cümle alem bir olsa getiremez' dedikleri hesap, onlar da; kendilerini çekemeyenlerin kendilerine bir zarar vermesine gerek kalmadan, kendi hatalarının ceremesini fazlası ile çekmişlerdir. Şöyle ki:
Harun Reşit, bir gün çok değer verdiği veziri Yahya el-Bermeki (Bazı kaynaklarda Cafer) ile sarayının bahçesinde gezintiye çıkmış, hem yürüyorlar hem de devlet meseleleri hakkında konuşuyorlarmış. Harun Reşid'in gözü bir ara bir elma ağacının dalında asılı duran bir elmaya takılmış. Onu görünce canı çekmiş ve elmayı dalından koparmak üzere uzanmış, lâkin bir kaç kere hamle etmişse de, elmayı koparmayı başaramamış. Bunun üzerine, vezir Yahya el-Bermeki (bazı kaynaklarda Cafer ismi geçer)  atılmış ve:
-Padişahım, sen şöyle çömeliver!.. demiş ve Harun Reşid'in çömelmesi ile beraber onun omzuna basarak dala uzanıverip elmayı koparmış. Sonra da; "buyurun Padişahım!.."  diyerek onu Harun Reşid'e ikram etmiş.
Bütün bunlar olup biterken, meğer sarayın bahçıvanı da bunları uzaktan izler dururmuş! O bahçıvan da Bermeki aşiretine mensup bir adammış. Harun Reşid'in omzuna basarak elmaya uzanan o vezirin bu davranışı bahçıvanın hiç hoşuna gitmemiş ve işi gücü derhal bırakarak apar topar kendini kadının huzuruna atıvermiş!..
Kadı, onun bu telaşlı haline bir mana verememişse de, görevi gereği derdinin ne olduğunu sormuş. Bahçıvan da, kendi isteği ile Bermeki aşiretinden çıkmak istediğini, bunun için de mahkemeden tasdikli bir belgeye ihtiyaç duyduğunu ve bu sebepten huzura çıktığını söylemiş. Bu istek karşısında hem kadı, hem de orada bulunanlar hayretlerini gizleyememişler. Öyle ya, herkesin Bermeki aşiretine mensup olmaya gıpta ettiği bir zamanda, böyle bir mahkeme i'lamı talep etmek, hangi aklın eseri ola ki?!..
Kadı, bahçıvana elinden gelen nasihati vererek onu kararından döndürmeye çalışsa da, bahçıvan bunun hiç bir sebep göstermek zorunda olmadığının da farkında olan bir adam olarak talebinde ısrarcı olmuş ve nihayetinde kadı da;  “eh, öyle ise benden günah gitti!.." diyerek bahçıvana istediği belgeyi vermiş.
Aradan yıllar gelip geçmiş, halk içindeki Bermeki rahatsızlığı giderek artmış. Mevki ve makam sahibi olmayı artık kendileri için doğal bir hak gibi gören ve kendileri olmadan Abbasi hükümdarlığının ayakta duramayacağını düşünen Bermekilerin bu vaziyeti, artık Harun Reşid'in de sabrını zorlamaya başlamış. Ve nihayet günün birinde sabır taşmış ve Harun Reşit, bütün Bermeki'lerin kellesinin vurulmasına ferman çıkarmış. Ortalık karışmış, halk, kolluk kuvvetlerine gönüllü yardımcı olmak için paçaları sıvamış ve nerede bir Bermeki varsa onu Harun Reşid'in adamlarına ihbar etmeye başlamış.
Bu kargaşa içerisinde, halktan birinin aklına gelmiş: Sarayın bahçıvanı da Bermeki'dir! 
Bunu duyan muhafızlar, derhal sarayın bahçesine seğirtmişler ve bahçıvanı cezalandırmak üzere, yaka paça orta yere getirmişler. Bahçıvan, bir fırsatını bulup bu öfkeli kalabalığa seslenmiş:
-Durun, yanlış yapıyorsunuz! Ben Bermeki değilim!..
Tabii, onun bu feryadına herkes gülmüş. Ama bahçıvanın kendinden emin tavırları dikkat çekmiş ve bakmışlar ki, bu sadece son dakikada can kurtarmak için atılan boş bir palavraya benzemiyor. Biri çıkıp demiş ki:
-Kendinden pek emin konuşuyorsun bahçıvan efendi!.. Ama burada herkes senin Bermeki olduğunu bilir! Bunun için iki Müslüman’ın şahadeti de yeter!.. Ve değil iki kişi, burada buna şahadet edecek bir dolu Müslüman var! O halde, boş konuşma da, diyeceğin başka bir şey var ise söyle. Yoksa da cezana razı ol!..
Bahçıvan, doğrulup, üstünü başını düzledikten sonra, koynundan yıllar önce mahkemeden aldığı i'lamı çıkarıp bunların burnuna dayamış:
-Alın, işte Bermeki olmadığımın belgesi burada!..
Kağıdı alıp inceleyenler görmüşler ki, adam yıllar önce Bermekilikten mahkeme kararıyla istifa etmiş!.. Bu halde, serbest kalmasında bir beis yok!...Adama sormuşlar niçin böyle yaptın diye.            

-Efendim, bir adam, kendisini, en yüce makam ve yetkilere kavuşturan halifesinin sırtına basıp, elma koparacak kadar gözü dönmüşse, onun başına gelecek var demektir. Kurunun yanında yaş da yanmasın, diye, Mahkemeden bu kararı aldım. Der.

Evet, atalar ne demiş: İslam’ın şartı beş ise altıncısı haddini bilmektir. Zira, unutulmamalı ki, haddini aşanlara Allah eninde sonunda haddini bildiriyor!.. Öyleyse, buna hep dikkat edelim. Hani ne demiş Paşa: Anlıyorum, bu Allah bu emri yerine getirirken hangi p…..gi görevlendirdi bunu merak ediyorum. Demiş. Bir söz var; Ulular köprü olsa basıp geçme.

Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda gezerken keklik satılan bir tezgah görür ve keklik satılan tezgaha yönelir. Bütün keklikler 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 100 altındır.

Yavuz Sultan Selim sorar:

-Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın?

Satıcı:

-Hünkarım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.

Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve

-Ver o kekliği bana! der.

Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca Padişah bir kekliği diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kekliğin kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki:

-Kendi ırkına ihanet edenin işte sonu budur. Der.

Her şey Allahın emri fakat, emir bir başkasının eli ile yerine getirilir. Peki şimdilerde kendi devletine, kendi milletine, kendi dindaşına ihanet edenlere ne yapmalı acaba… Yorum sizin…

 Kalın sağlıcakla!... 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.