Önceki Pazar, Hekimoğullarından merhum Mehmet Günaydın’ın oğlu, Burak, Muhammed ve Belkıs’ın babaları Yaşar Günaydın Kardeşimizin vefat ettiği, Pazartesi de İmam-Hatip Câmii’nde kalabalık bir cemaatle kılınan namazın ardından Eymür’deki âile kabristanlığında toprağa verildiği gündü.
Güzel bir ahlâka sâhip kardeşimiz hem komşumuz, hem meslektaşımız hem de samîmî, candan, ünsiyetli bir arkadaşımızdı. Temmuz ayında babasını uğurlamıştık, şimdi de onu. Rabbim onları orada, Efendimizin (SAV) komşuluğunda buluştursun inşâllâh. Âmin.
GÜZEL İNSAN, İYİ ÖĞRETMEN; HOŞ SEDÂ...
Rahatlıkla "güzel insan" diyebileceğimiz, 1966 doğumlu Yaşar kardeşimizin, 90’lı yıllarda, Fehmi Naz’dan sonraUlubey Öğretmenevi müdürlüğü, öncesi-sonrası, Koşaca, Aydınlar gibi köylerinde de görevler yaptığını, en son, Ordu Merkez 15 Temmuz İlkokulu kadrosunda bulunduğunu biliyoruz.
Kendisi, mesleğindeki gayreti, dürüstlüğü ve temâyüzünden ayrı olarak, sosyâl, kültürel meselelere de ilgi duyan biriydi. Yazın, babası Mehmet İsmet Amca’nın vefâtı ve sonrası süreçlerde bir araya geldiğimizde evinin üst katında küçük bir müze diyeceğimiz eski el, ev ve tarım âletlerinden oluşan bir köşe göstermişti bize. Bunun geliştirilebileceğini konuşmuştuk. Hattâ, evlerinin hemen karşısındaki ağaçlık ve kayalıkların içerisindeki mağaralardan söz etmişti. Onları bir gün gezmeyi, incelemeyi konuşmuştuk o akşam.
Bu arada, yine o günlerde, kendisinin öncülüğünde iş makinası temin edilerek kavşak dediğimiz, yürüme gitmesi dahi zor bölgeye doğru yol açtırmışlardı. Biraz virajlı ve bayır da olsa gâyet düzgün bir yol olmuştu ve herkes çok memnun, ziyâdesiyle sevinçliydi. Sanırım bu yaz bu noktada çok kolaylıklar yaşadılar. Bundan sonra da yaşanacak ve de kendisine bol duâlar edilecektir.
BÂR DEĞİL, YÂR; ve de FEDÂKÂR...
Rabbim yol açanları yolda komaz. İnsanların işlerini kolaylaştıran, yüklerini hafifletenleri bunaltmaz. Zâten, bizim bildiğimiz, cenâze süreçlerinde herkesin de ifâde ettiği gibi kimseye yük olmayan, kâlbini kırmayan, faydalı, kimseye bâr (yük) olmayıp, aksine yâr (yardımcı) olmaya çalışan fedâkâr bir insandı.
Yine, ziyâretler falan, sabah namazı sonrası kendi arkadaş gruplarıyla çay-çorba buluşmalarına zaman zaman bizi de dâvetleri derken daha bir kaynaşmıştık. Sağlığı da iyi gözüküyordu. Derneğimizin yeni yeri okuluna yakındı. Bir gün oraya çıktık. Büro donatılınca boş zamanlarında oraya takılabileceğini söyledik. Bundan biz de, o da memnundu. Zîrâ, sık sık görüşme imkânımız olacaktı. TDED üyemiz olması teklifimizi de tereddütsüz kabul etmişti. Kendisi ilkesi, ülküsü, fikri olan, toplumun problemlerini dert edinen, yanlışlıklara tepkili,tutarlı, duygulu, duyarlı, okuyan, düşünen, münevver bir insandı.
SELÂMÜN ALEYKÜM; BİR ŞEY DİYECEKTİM!...
Diğer yandan, hatıra, gönüle, hakka-hukûka, kardeşliğe çok değer verirdi. Yine bu yazdı. Babasının cenâzesinden önceki günlerdeydi. Kendisi de birkaç senedir rahatsız, biliyoruz. Ancak, bir ziyâret nasip olmamıştı. Belki denk düşmedi ama, özel bir gayret te göstermemiştik doğrusu.
Bir gün köyde, tam arabaya binmek üzereyiz. Kendileri de tevâfukan oradan geçiyorlardı. Arabasını durdurdu. Ameliyattan çıktığı günlerin sonrası olsa gerek. Oldukça zayıf. Sesi zor çıkıyor. Bize doğru geldi. Belli bir şey söyleyecek. İyice yaklaştı:
- Nûri Âbi. Selâmün aleyküm. Bir şey diyecektim.
- Tabiî, buyur Yaşar Kardeş! dedim. Boynunu bükerek;
- Âbi dedi, aramızda bir şey mi geçti, gönlünü kıracak bir şey mi yaptım? Sanki biraz uzak duruyorsun gibi. O kadar hasta falan olduk, gelmedin. Bir kusurumuz varsa hakkını helâl et. Ölümlü dünyâ! falan dedi.
Doğrusu bu mesele benim de içimde bir ukdeydi. Olayın ben de farkındaydım. Şimdi düğümün çözülme zamânıydı. O fırsatı da bize Yaşar Kardeşimizin samîmiyeti sağlamıştı:
- Hiç olur mu Yaşar Kardeş. Kusur varsa, o da bizde. İşin aslı, sen geçen güz oğluna düğün yaptın, bizi de dâvet ettin, çok sağol. Biz de iş mevsimiydi, gittiğimiz yerde hesap uymadı, dönüşte geç kaldık. Çok istememize rağmen o özel gününüze katılamadık. Bunun mahcûbiyeti bizi bu yakınlıktan alıkoydu gâlibâ. Allâh senden râzı olsun ki, bu hareketinle bizi de rahatlattın.Gerçekten ben de darlanıyordum.
- Hiç öyle şey olur mu? Sen bizim ağabeyimizsin. Biz seni bilmez miyiz?
Sarıldık, kucaklaştık. İşte böyle. Aramızda böyle de bir şey geçti ki, onun ne kadar mahviyet sâhibi, mütevâzı, samîmî, hasbî, gönülden bir dost olduğunun, komşuluğa, arkadaşlığa, din kardeşliğine ne denli önem atfettiğinin bir göstergesi. Mekânı cennet olsun. Âmin…
AMCA GEL, ŞÖYLE YAPALIM!...
Bu arada kendisi, bize olan sevgisini her fırsatta dile getirirdi. Şöyle bir olay da var: İlkokulu bitirdiğinde babası evrakını alıp bizim dükkâna gelmiş. Çocuğu Kur’an Kursu’na kayıt ettirmek istediğini söylemiş ve ne gibi bir yol izleyeceğini sormuş. Ben de hemen atılıp demişim ki;
- Amca, gel onu İmam-Hatip’e kaydettirelim. Hem Kur’an’ı öğrenir, hem de normal okulunu okumuş, böylelikle sene de kaybetmemiş olur! demişim ve öyle yapılmış. Rahmetli babam da beni onlara katmış. Birlikte gidip kayıt işini gerçekleştirmişiz. O daha detaylı anlatıyordu. Bundan dolayı da bize çok duâ ettiğini söylüyordu.
Yaşar kardeşimiz, buradan da anlaşılacağı gibi kadirşinâs ve de vefâkâr bir arkadaşımızdı. İşin sonunda, vefâ da varıp vefatla netîceleniyor zâten. Kardeşimiz inşâllâh, Fecir Sûresi (27-30) arası âyetlerde ifâde edildiği şekliyle;
“Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O´ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!”
emrine uyup ahdine VEFÂ üzere VEFAT etmiş ve seçkin kullar arasına girmiştir. Onun için ve de hepimiz için duâmız budur. Rabbimiz kimseleri dünyâda da, âhirette de mahcûp etmesin… Âmin…
Sözü bağlarken, köyümüzün olduğu kadar, ilçemiz ve yöremizin de bir değeri olan Güzel Kardeşimize Mevlâ’dan sonsuz rahmet, eşi, çocukları, yakınları ve cümle dostlarına sabr-ı cemîl dileklerimizle berâber, tüm okurlarımıza kalbî sevgiler, saygılar sunuyoruz ves’selâm...