Nuri KAHRAMAN
Köşe Yazarı
Nuri KAHRAMAN
 

TİREBOLU, GÜRGENTEPE, BAKIRKÖY...

Tirebolu'da cumâ kılmak da varmış. Trabzon üzerinden İstanbul yolcusu olunca o gün öğlede yola çıkmam gerekiyordu. Servis üzerine hesap yaparken ve de zaman zaman bizi alıp birlikte Bulancak Sarayburnu Câmii'ne götüren arkadaş grubunun tevâfukunu düşünürken, hattâ, bizim Sâlih komşuyla oraya kadar gider, cumâyı kılar, ondan sonra da ben Bulancak'tan kalkan havalimanı servisine, o da geriye döner diye hesap yaparken, hemen kapıda, elinde büyük bir poşetle İrfan Ağabey belirdi. Her zamanki gibi, çay söyle içelim ya da benim oraya geçelim diye hitapta bulunmadan; - Tirebolu'ya gidiyorum. İşin yoksa bana arkadaş ol! demez mi? Sağolsun, o işi gereği Rize, Tokat, Ünye, Giresun vs. sık sık gider ve bizi de dâvet eder. O gün de tam tevâfuk oldu. Önce tereddüd ettim. Sabah daha erkendi çünkü. Sonra telefon ettiğimde arabayı yeni çalıştırmışmış. Biraz sonra geldi ve birlikte yola koyulduk. Elhamdülillâh, işimiz ras gitmişti. Onun için de iyi oldu. Önce, tam hareket edeceğimiz sıra tevâfuk eden Abdullâh Atasever Ağabey'i Gülyalı'da bıraktıktan sonra, birlikte sohbet ve muhabbetle berâber, açık havada güzel sâhil şeridini sağlı-sollu izleye izleye Tirebolu'ya vâsıl olduk.  MÂCERÂ FİLMİ GİBİ Öncelikle arabamızı sâhildeki park yerine bıraktık. Yer biraz burunvârî olduğu için merkeze, daha doğrusu anayolun geçtiği kısma uzak kaldı. Meğer, ortadaki apartmanların arasından kestirme geçitler varmış. Oldukça dar ve karanlık gibi. Hafif de tepemsi olduğu için dar, karanlık merdivenlerin birinden öbürüne derken kendimizi elmas peşinde türünden mâcerâ filimleri içerisinden geçiyoruz gibi hissettik. Neyse ki, alan bir yere çıktık. Meğer Hükümet Binası buradaymış. E5 Karayolunun deniz tarafı burası. Yola devam ettik. Hemen karşıda küçük ama sevimli bir taş câmi. Tirebolu Çarşı Mah. Câmii yazıyor levhada. Oraya köprüyle geçiliyor. Her taraf kalabalık. Köprünün üstü, yanlarındaki çarşılar, merdivenle inilen alt yolların sağı-solu. O gün oranın aynı zamanda haftasıymış. Köylerden gelen çeşit çeşit, renk renk kılık ve kıyâfetlerle envâi türden Anadolu insanının içinde bulunmak insana ayrı bir tad, huzur ve güven veriyor. İnsan, zamânım olsa da her biriyle ayrı ayrı konuşsam, hasbihâl ya da takılıp yârenlik etsem diye geçiriyor içinden. Bu duygularla berâber yürürken bir iş hanının önünde durup içeriye girdik. Önce ziyâretimizi yaptık. Çayımızı içtik. O arada vakit geldi. Câmiye geçtik.  NOEL, PİYANGO, GÜRGENTEPE...  Hoca Efendi Kürsüde Noel'i anlatıyor. Sohbet arasındaki şu nükte hoşuma gitti; - Biz onların, Hz. Îsâ'nın doğumu eksenli Noel'leri dâhil her âdetlerini, hareketlerini uygulamaya çalışıyoruz, peki onların bizim dînî, dünyevî hangi hareketimizi taklit edip uyguladıklarını gördünüz? Bu mümkün mü? O zaman bizdeki bu hâl nedir? Bize böyle şeyler yakışmaz. Hele hele, bununla özdeşleşen millî piyango da kumardır. Haramdır. Alan varsa, onlar da hemen imhâ etsin! Hutbe de güzel ve de oldukça az, öz ve etkiliydi. Fazlalıktan arınmıştı. Hoca en son, Ordu Gürgentepe Merkez Çarşı Câmii için yardım toplanacağını da söyleyince kendimizi yakın bir ilçemizde gibi hissettik. Zâten, âcizâne öteden beri Ordu ve Giresun'u bir elmanın iki yarısı gibi görenlerdeniz. Ki, bununla ilgili yazılar yazdık zaman zaman ve inşâllâh yazmaya devam da edeceğiz. Sevgili dostlar. Cumânın ardından servise binerek yola koyulduk. İrfan Ağabey bizi bizzat uğurlayana kadar bırakmadı. Allâh râzı olsun. O alışverişine döndü, biz de yolumuza. Daha sonra telefonlar ederek ilgisini sürdürdü. İnsanın böyle dostları olması hayâtını hem kolaylaştırıyor, hem de anlamlandırıyor. İnşâllâh, dilden düşmeyen karşılıklı duâlarla birlikte ukbâlarımız da güzel olacak, sonsuz hayâtımızı da mutlakâ etkileyecektir bu dostluklar. Çünkü müminin mümine, yâni kardeşin kardeşe duâsı müstecaptır. İnancımız bu. Sevgili dostlar. Akşam namazını havalimanında kıldık. Biz duadayken mescide gelen sakallı, yaşlı bir amca, içeri girer girmez gözüne takılan, toplu iğne başı kadar, gübür bile denmeyecek, muhtemelen halının kendi ipliğinden oluşan küçük bir yumak parçasını alıp pardesüsünün cebine koydu. Bu milletin, Anadolu insanının bu inceliği, dînî olana karşı hassâsiyeti her türlü takdîrin üstünde. İşte, bizim insanımızın ve ülkemizin güzelliği ve bereketi burada. Rabbimiz ayırmasın inşâllâh... VER ELİNİ İSTANBUL!... Yatsıyı da Bakırköy'de kıldık. Ordu Şûbe Başkanlığını yürüttüğümüz Türkiye Dil ve Edebiyât Derneği Genel Merkez Kongresi için buradayız. İnşâllâh, gelecek yazılarımızda gözlemlerimizi paylaşacağızdır. Başlıkla tevâfuk olması bakımından şu kadarını söylemeden de geçmeyelim ki, bir sonraki gün bindiğimiz bir taksinin şoförüne; "Sen de bizim o taraflı olmayasın!" diye takılıp bir sohbet zemîni yokladık. "Yok!" dedi şoför, artık bizi nereliye benzettiyse; "Ben Ordulu'yum!" diye de ekledi. Ulubey Ohtamış'tanmış. "Köyümüz büyüktü. Bir ksmı ayrılıp Gürgentepe'ye bağlandı, ama biz Ulubeyliyiz. Buna alıştık!" Ali Düzgün hocamızı sorduk. "Düzgünler bizim köyden!" dedi. 30 sene önce askerlik sonrası gelmiş buralara. Soyadını sorduk POLAT dedi. İnerken de, adının ÂDEM olduğunu öğrendik. Memlekete selâmları var... Evet dostlar; bu günlük de bu kadar. Müstesnâ yurdumuzun her tarafı güzel. Ama burası memleketin kâlbi niteliğinde. Dolayısıyla İstanbul'da olmak ayrı bir güzel. Buradan size duygu, düşünce ve dileklerimizin en güzellerini gönderiyor, İstanbul güzelliğinde bir hayât sürmeniz temennîsiyle berâber hepinize içten sevgiler, saygılar sunuyoruz ves'selâm...
Ekleme Tarihi: 23 December 2014 - Tuesday

TİREBOLU, GÜRGENTEPE, BAKIRKÖY...

Tirebolu'da cumâ kılmak da varmış. Trabzon üzerinden İstanbul yolcusu olunca o gün öğlede yola çıkmam gerekiyordu. Servis üzerine hesap yaparken ve de zaman zaman bizi alıp birlikte Bulancak Sarayburnu Câmii'ne götüren arkadaş grubunun tevâfukunu düşünürken, hattâ, bizim Sâlih komşuyla oraya kadar gider, cumâyı kılar, ondan sonra da ben Bulancak'tan kalkan havalimanı servisine, o da geriye döner diye hesap yaparken, hemen kapıda, elinde büyük bir poşetle İrfan Ağabey belirdi. Her zamanki gibi, çay söyle içelim ya da benim oraya geçelim diye hitapta bulunmadan;
- Tirebolu'ya gidiyorum. İşin yoksa bana arkadaş ol! demez mi? Sağolsun, o işi gereği Rize, Tokat, Ünye, Giresun vs. sık sık gider ve bizi de dâvet eder. O gün de tam tevâfuk oldu. Önce tereddüd ettim. Sabah daha erkendi çünkü. Sonra telefon ettiğimde arabayı yeni çalıştırmışmış. Biraz sonra geldi ve birlikte yola koyulduk. Elhamdülillâh, işimiz ras gitmişti. Onun için de iyi oldu. Önce, tam hareket edeceğimiz sıra tevâfuk eden Abdullâh Atasever Ağabey'i Gülyalı'da bıraktıktan sonra, birlikte sohbet ve muhabbetle berâber, açık havada güzel sâhil şeridini sağlı-sollu izleye izleye Tirebolu'ya vâsıl olduk. 
MÂCERÂ FİLMİ GİBİ
Öncelikle arabamızı sâhildeki park yerine bıraktık. Yer biraz burunvârî olduğu için merkeze, daha doğrusu anayolun geçtiği kısma uzak kaldı. Meğer, ortadaki apartmanların arasından kestirme geçitler varmış. Oldukça dar ve karanlık gibi. Hafif de tepemsi olduğu için dar, karanlık merdivenlerin birinden öbürüne derken kendimizi elmas peşinde türünden mâcerâ filimleri içerisinden geçiyoruz gibi hissettik.
Neyse ki, alan bir yere çıktık. Meğer Hükümet Binası buradaymış. E5 Karayolunun deniz tarafı burası. Yola devam ettik. Hemen karşıda küçük ama sevimli bir taş câmi. Tirebolu Çarşı Mah. Câmii yazıyor levhada. Oraya köprüyle geçiliyor. Her taraf kalabalık. Köprünün üstü, yanlarındaki çarşılar, merdivenle inilen alt yolların sağı-solu. O gün oranın aynı zamanda haftasıymış. Köylerden gelen çeşit çeşit, renk renk kılık ve kıyâfetlerle envâi türden Anadolu insanının içinde bulunmak insana ayrı bir tad, huzur ve güven veriyor. İnsan, zamânım olsa da her biriyle ayrı ayrı konuşsam, hasbihâl ya da takılıp yârenlik etsem diye geçiriyor içinden.
Bu duygularla berâber yürürken bir iş hanının önünde durup içeriye girdik. Önce ziyâretimizi yaptık. Çayımızı içtik. O arada vakit geldi. Câmiye geçtik. 
NOEL, PİYANGO, GÜRGENTEPE... 
Hoca Efendi Kürsüde Noel'i anlatıyor. Sohbet arasındaki şu nükte hoşuma gitti;
- Biz onların, Hz. Îsâ'nın doğumu eksenli Noel'leri dâhil her âdetlerini, hareketlerini uygulamaya çalışıyoruz, peki onların bizim dînî, dünyevî hangi hareketimizi taklit edip uyguladıklarını gördünüz? Bu mümkün mü? O zaman bizdeki bu hâl nedir? Bize böyle şeyler yakışmaz. Hele hele, bununla özdeşleşen millî piyango da kumardır. Haramdır. Alan varsa, onlar da hemen imhâ etsin!
Hutbe de güzel ve de oldukça az, öz ve etkiliydi. Fazlalıktan arınmıştı. Hoca en son, Ordu Gürgentepe Merkez Çarşı Câmii için yardım toplanacağını da söyleyince kendimizi yakın bir ilçemizde gibi hissettik. Zâten, âcizâne öteden beri Ordu ve Giresun'u bir elmanın iki yarısı gibi görenlerdeniz. Ki, bununla ilgili yazılar yazdık zaman zaman ve inşâllâh yazmaya devam da edeceğiz.
Sevgili dostlar. Cumânın ardından servise binerek yola koyulduk. İrfan Ağabey bizi bizzat uğurlayana kadar bırakmadı. Allâh râzı olsun. O alışverişine döndü, biz de yolumuza. Daha sonra telefonlar ederek ilgisini sürdürdü. İnsanın böyle dostları olması hayâtını hem kolaylaştırıyor, hem de anlamlandırıyor. İnşâllâh, dilden düşmeyen karşılıklı duâlarla birlikte ukbâlarımız da güzel olacak, sonsuz hayâtımızı da mutlakâ etkileyecektir bu dostluklar. Çünkü müminin mümine, yâni kardeşin kardeşe duâsı müstecaptır. İnancımız bu.
Sevgili dostlar. Akşam namazını havalimanında kıldık. Biz duadayken mescide gelen sakallı, yaşlı bir amca, içeri girer girmez gözüne takılan, toplu iğne başı kadar, gübür bile denmeyecek, muhtemelen halının kendi ipliğinden oluşan küçük bir yumak parçasını alıp pardesüsünün cebine koydu. Bu milletin, Anadolu insanının bu inceliği, dînî olana karşı hassâsiyeti her türlü takdîrin üstünde. İşte, bizim insanımızın ve ülkemizin güzelliği ve bereketi burada. Rabbimiz ayırmasın inşâllâh...
VER ELİNİ İSTANBUL!...
Yatsıyı da Bakırköy'de kıldık. Ordu Şûbe Başkanlığını yürüttüğümüz Türkiye Dil ve Edebiyât Derneği Genel Merkez Kongresi için buradayız. İnşâllâh, gelecek yazılarımızda gözlemlerimizi paylaşacağızdır. Başlıkla tevâfuk olması bakımından şu kadarını söylemeden de geçmeyelim ki, bir sonraki gün bindiğimiz bir taksinin şoförüne; "Sen de bizim o taraflı olmayasın!" diye takılıp bir sohbet zemîni yokladık. "Yok!" dedi şoför, artık bizi nereliye benzettiyse; "Ben Ordulu'yum!" diye de ekledi. Ulubey Ohtamış'tanmış. "Köyümüz büyüktü. Bir ksmı ayrılıp Gürgentepe'ye bağlandı, ama biz Ulubeyliyiz. Buna alıştık!" Ali Düzgün hocamızı sorduk. "Düzgünler bizim köyden!" dedi. 30 sene önce askerlik sonrası gelmiş buralara. Soyadını sorduk POLAT dedi. İnerken de, adının ÂDEM olduğunu öğrendik. Memlekete selâmları var...
Evet dostlar; bu günlük de bu kadar. Müstesnâ yurdumuzun her tarafı güzel. Ama burası memleketin kâlbi niteliğinde. Dolayısıyla İstanbul'da olmak ayrı bir güzel. Buradan size duygu, düşünce ve dileklerimizin en güzellerini gönderiyor, İstanbul güzelliğinde bir hayât sürmeniz temennîsiyle berâber hepinize içten sevgiler, saygılar sunuyoruz ves'selâm...
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.