Sâdece ülkemizin değil, tüm dünyânın gerçeği olan ve HÜKÜMET-CEMAAT çekişmesi olarak global gündeme bomba gibi düşen HİZMET HAREKETİ’ni, kendi kişisel izleğimiz bağlamında değerlendirmeye çalışacağız.
Daha 70’li yılların ilk yarısında, İmam-Hatip Okulu’ndayken haberdar olmuştum, o zamanki adıyla NURCULAR’dan. Ama, hiç olumlu şeyler değildi anlatılanlar. Sanırım, tüm konuşulanlar, bu güzel îmân hareketini karalama sadedinde bir CHP propagandası ya da sistemin gözden düşürme adına geliştirdiği söylemler olmalıydı. Çok câhilce, akıl-mantık dışı değerlendirmeler; oldukça sığ yaklaşım ve yakıştırmalardı bunlar.
CHP ağırlıklı bir âileydik. Akrabalarımız arasında ve evlerde, dost meclislerinde konuşulanlar daha çok CHP lehinde şeylerdi. İNÖNÜ iç ve dış siyâsetin, dolayısıyla tüm sohbetlerin, konuşmaların en büyük kahramanıydı. Hele LOZAN’da, batılı devletlerle müzâkereler esnâsında masaya bir vurduğu gibi, masayı boydan boya ikiye ayırdığı anlatılıyordu! Ona âit yalan-gerçek her şey, ALİ’NİN CENKLERİ misâli menkıbeleştiriliyordu.
Buralarda, NURCULAR hakkında konuşulanların hep olumsuz olması normâldi. Zîrâ, CHP’nin, ÇAĞDAŞLIK, UYGARLIK, ÖZGÜRLÜK gibi süslü kelimeleri bayraklaştırarak milleti her anlamda batı tarafına dönüştürme misyonu vardı. Ona biçilen rol buydu.
Risâle-i Nur hareketi ise, NUR’dan uzaklaştırılmaya karşı kayıtsız kalamayacak olanların toplandığı bir yerdi. İnancıyla, örfüyle, medeniyetiyle barışık olup, milletin tekrar bu temeller üzerine yükselmesini savunan bir sessiz direniş hareketiydi. Dolayısıyla, CHP’nin İRTİCÂ söylemiyle hedef aldığı grupların başında hep NURCULAR vardı.
Her neyse, Ordu İHO’yla birlikte 70’li yılların ilk yarısı da bitmiş, o zamanların lise bile kabul edilmeyen meslek okullarımızın çok kısıtlı şartlarına rağmen, Yüce Rabbimizin lûtfuyla bize yüksek öğrenimin yolları görünmüştü.
75’de başladığımız İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nü 79 güzünde bitirdik. Burada okurken de NURCU diye tâbir edilen Risâle-i Nur talebesi ağabeyler ve arkadaşlar vardı. O zamanlarda da bugünkü gibi her dînî grup için bir siyâsî âidiyet, ya da en azından kendisini yakın hissettiği bir adres söz konusuydu.
MTTB’li olan ve sonraları AKINCILAR diye adlandırılan kategoride yer alan bizler, bu anlamda, bu arkadaşlara, DEMİREL çizgisine ilgi duymalarından, gazetelerinde, sohbetlerinde, gayretlerinde ve her türlü faaliyetlerinde açık açık o siyâsî hareketin sözcülüğünü yapmalarından dolayı oldukça mesâfeli dururduk.
Tarafsız kalsalardı anlaşılabilirdi belki ama, ERBAKAN gibi, adı her anlamda HOCA’ya çıkmış, o gün îtibârıyle, tüm İslâm Dünyâsı’nın kendisine yakınlık hissettiği biri varken, bu nasıl olabilirdi? Böyle bir okulda okuyup, hem de NURCU olacaksın, bir de gidip, masonluğunu inkâr etmeyen birisinin gönüllü askerliğini yapacaksın!
Her neyse, böylesi gündemlerin yaşandığı o yılların sonlarında câmiada bir FETHULLAH GÜLEN ismi ortaya çıktı ve oldukça revaç bulmaya başladı. Hitâbeti, vaazları, teyp kasetleri ve kitaplarıyla dönemin yükselen değeriydi. Zaman zaman hafta sonları kır gezileri düzenlenerek kendilerini tanıtmaya çalışıyorlardı. Bunlardan birine katıldığımı hatırlıyorum. İzmit taraflarında bir yerlerdeydi.
RİSÂLE-İ NUR eksenli bu yeni oluşumun diğerlerinden farkı siyâset üstü hüviyetiydi. Dolayısıyla her kesimin ilgisini çekiyordu. Özellikle o zamanlarda yaygın olan ve bir moda ideoloji olarak gençliği kasıp kavuran inançsızlık cereyanının panzehiri mâhiyetindeki esprisiyle inançlı kesimin aradığı misyonun tam da kendisi gibiydi.
Fethullah Gülen Hoca’nın ASRIN GETİRDİĞİ TEREDDÜTLER ve benzeri kitap setleri, Hekimoğlu İsmail’in İLİMLER ve YORUMLAR’ı, Yeni Asya’nın Bilim Teknik Serîsi Cep Kitapları o yılların inançlı kesiminde elden ele dolaşan, gençlere hediye edilecek cinsten ilaç mâhiyetinde kitaplardı.
80’nin Ocak ayı îtibârıyle göreve başladığım Lüleburgaz’da, bir Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmeni olarak bunlardan çok istifâde ettik. Bu yayınları gençlere verdik, tanıttık. Dolayısıyla bu arkadaşların diğer faaliyetlerine de ilgisiz kalamamıştık. Din'le Fen bilimlerini mezc ederek Allâh’ın varlığını ve inanç gerçeklerini işleyen ve bunun gayretini güden bir hareketi hem inancımız hem mesleğimiz, hem de branşımız gereği reddetme gibi bir durumumuz zâten olamazdı.
Şunu açıkça söylemek isterim ki, bu arkadaşlarla, gelinen bu noktada, bugün yine aynı yerdeyiz. Çünkü, sanırım bu son gelişmelere onlar da şaşırdılar. Zamanla işler daha da normâle binecek. Şok geçince durum daha sağlıklı değerlendirilecek. Durumlar netleştikçe, taşlar yerine oturacak. Dostluğumuz da, hiçbir şey olmamış gibi, kaldığı yerden devam edecek.
Bizce bu, birlikte yolculuk ettiğimiz araca, 3. şahıslarca yerleştirilmiş, uzaktan kumanda bir bombanın patlatılması gibi bir şey. Bereket ki, fazla zâyiâta sebebiyet vermedi. İlk şoklar geçti. Taraflar arasında yumuşama var. Daha da olmalı. Zaman her şeyin ilâcı derler. İnşâllâh, bu trend süreceğe benziyor. Haydi hayırlısı…
Sevgili okurlar, bu konuda daha yazacaklarımız var. Yine, inşâllâh diyor, tüm müslümanlar olarak kardeşliğimizin pekiştiği, maddî-mânevî her türlü ızdıraplarımızın azaldığı daha güzel günlerde buluşmak dileğiyle cümleye sevgi ve saygılar sunuyoruz ves’selâm…