Nuri KAHRAMAN
Köşe Yazarı
Nuri KAHRAMAN
 

HAVADAN-SUYA, EKMEKDEN NAMLUYA…

Bugün hava yine çok güzel. Artık yazdan kalma günler bitmiştir diye düşünüyordum ama, öyle değilmiş demek. İnadıya güzel ve de oldukça sâkin bir gün bu gün. Sâkin olduğu kadar da ılıman. Havanın müsâitliği köye gitme düşüncesini getirdi aklımıza. Artık kapalı mekânda durma zamânı değil. Hattâ şehirden de çıkmalı. Nitekim öyle de oldu. Çakalçıkmaz, Çelebioğlu, Orsan derken Katırcıoğlu’dan îtibâren seyir cümbüşü iyice renkleniyor. YOL YOL TEPELER... Her zaman bu duyguyu hissederim. Çambaşı sapağını geçip de daha o hafif yokuşu tırmanırken tam karşımızda Şuayip Tepesi olmak üzere sağlı-sollu tepe manzaraları eşlik eder gidenlere. Geçen hafta öğretmen arkadaşımız Mümin Esat Beyler de bizde misâfir oldukları akşam sohbet arasında bu tepelerle ilgili olarak piramitleri andırdığını söyledi. Nasıl da aynı şeyleri düşünmüşüz… Her neyse, Kökenli diyecektim ama Teyneli diyeyim ki arkadaşımın köyünün adını da anmış olayım; o sapaktan îtibâren manzara daha bir renklendi. Sağ tarafa yukarı sapsarı ağaçlar, yemyeşil pancarlıklar, güz çimenleri kendini belli eden bahçeler, karşılarda yine tepeler. İşte Dedeli köprüsüne geldik. Arabalar yağ gibi akıyor. Bayırı tırmandıktan sonra Çavuşoğlu’dan döndük. Çarşıdan çıkalı 20 dk oldu olmadı köydeyiz. Dereyolu, bizim güzergâh îtibârıyla çizgilerine varana kadar tamamlanmış. Yol güzel olunca onun kenarındaki bahçeler, tarlalar ve evler de güzel gözüküyor. Kendinizi o topraklara daha yakın hissediyorsunuz. Her şey sanki daha bir sizden ve sizin gibi. HAVA SÂKİN, AMMA VE LÂKİN... Gün boyu kaldık köyde. O, yazın püfür püfür esip, onca sıcakta neredeyse, biraz da terlemelerin etkisiyle üşüten rüzgârın eseri bile yoktu. Hiç üşümedik bu defâ. Öylesine sâkin bir havaydı gerçekten. Tabiî, hava sâkin de, bunu bilen, daha doğrusu fırsat bilen insanlar değil. Öyle de olması gerekir. Meselâ, şurda aşağıda bir komşu evine çatı çatıyor. Ustaları var. Biz daha çok evin yanlarında oyalanıp, çalı-çırpı bir şeyler yaptık. Biraz odun ettik. Bahçelerin kıyısına-köşesine baktık. Oğlum arkadaşıyla uzak yerleri şöyle bir dolaşıp geldi. Dükkân katında bâzı bakım ve tâmirat işleri yaptı. Odun motoruyla uğraştı. Sonra birlikte birşeyler atıştırdık. Karşımızdaki komşunun baylı-bayanlı misâfiri geldi. Bir başka komşuya tâziyeye gelmişken oraya da uğramayı düşünmüşler. Arabasını bizim kapıya çekti. Selâm verip kendilerini tanıttılar. Arabanın aküsü bitmiş. Yerin itme kolaylığından dolayı park müsâdesi istediler. Biz ayrılırken hâlâ dönmemişlerdi. Besbelli, çıkınca harman giriş kapısını çekerler. BAHÇE-BAĞ; TERE YAĞ! Onun bir ötesindeki yaşlı komşulara gittiğimizde, evin yanlarında hiç görmediğimiz kadar bir hareketle karşılaştık. Meğer, evin en büyük kızları çocuklarıyla berâber gelmişler. Harman oğuldan, kızdan torunlarla cıvıl cıvıldı. Büyükler de babalarıyla berâber dedelerine bahçede odun etme, taşıma ve kesmeye yardım ediyorlardı. Az önce de atölyeye ağaç götürmüşler. Gelmişken hem kendimiz, hem arabamızla işe-güce katkıda bulunalım diye düşünmüşler. Deniz tarafında yer alan diğer iki komşu imece hâlinde bahçelerine hayvan gübresi taşıyorlar. Geçerken selâm verip, hâl-hatır sorarak, kolay gelsin dedik. Altun Teyze’ye selâm gönderip, oradan Havil Teyze’ye geçtik. Geçen uğrayışta olduğu gibi bu defâ da fırında ekmeğe denk geldik. Daha uzaktan görünce; “Kadir gecesinde mi doğdun?” diyerek karşıladılar. Meğer bu yüzdenmiş! Tere yağla tadının nice olduğunu en az sizler de bizim kadar bilirsiniz. Bulup da yiyenlere âfiyet olsun… FASL-I HENGÂME... Bu arada hengâme de olmuyor değil. Bir taraftan bir-kaç el tüfek sesi geldi. Biraz sonra bir dolu daha. Tek tek patlatıyordu. Her hâlde otomatik değildi. Ya da o öyle atıyordu. Neyse, biraz sessizlik oldu. Sonra ordan-burdan otomatik sesler yükselmeye başladı. Uzaktan geldiği için, şudur diye kestirmek mümkün değil. Durduk yerde günâh almaya gerek yok. Günâh dedik de, daha o zaman şunu düşündüm; hani Efendimiz(SAV) buyuruyor ya: “Kim İslam’da bir çığır açarsa, ona hem bu hayrın ecri verilir, hem de kendisine uyarak bu hayrı işleyenlerin ecri verilir. Bu onların ecrinden hiçbir şey eksiltmez. Kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, ona bunun günahı ile kendinden sonra onu işleyenlerin günahı da verilir, bu da onların günahından bir şey eksiltmez.” (Müslim, Nesâî)diye. TETİKTEN ETİK'E... Bu ona girer mi bilmiyorum da, örnek güzel. Hiç kimsenin aklında yokken, biri bir mermi patlatıyor. Diğerleri de, ya cevap adına, ya da bahâneyle silâhını denemek veyâ göstermek için tetiğe davranıyor.   İşte burada tetiğe ilk asılanın sevapsa sevâbı, günâhsa da günâhı var. Bütün işlerimiz için bu böyle. Bunu bilmek, ona göre adım atmak gerekir. Hele âile reisi ya da örneklik konum söz konusuysa, durum daha da bir ciddiyet arz eder.  Kaldı ki; ''Hayra delalet eden, (yol gösteren,sebep olan, önderlik eden) onu yapan gibidir. (Tirmizi)" hadîsi de var ki, işin önem boyutunu göz önüne seriyor. Yüce Rabbimiz, bu anlamda hepimizin yardımcısı olup, bizleri şuurlu hareket edenlerden ve ne yaptığını bilenlerden eylesin diye duâ ederek bu faslı kapatıyoruz. Bu günlük de bu kadar sevgili okurlar. Bu hafta, havanın câzibesiyle Sâlih’in Mekânı'ndan biraz uzaklaştık. Hattâ, şehirden de çıkıp, tâ Eymür’e kadar geldik. Ulubey’e az kaldı. Gelecek hafta, mekâna uğrar, bu defâ oradan, doğruca meydana çıkarız inşâllâh gibi geliyor bana. İnşâllâh diyor, bu ay tamamlanacağının müjdelendiği, güzel ümitler beslediğimiz meydanımızda sağlık, sıhhat, âfiyet ve muhabbetle buluşmak üzere, hepinize sevgi, saygı ve sonsuz mutluluk dileklerimizi sunuyoruz ves’selâm…
Ekleme Tarihi: 09 December 2014 - Tuesday

HAVADAN-SUYA, EKMEKDEN NAMLUYA…

Bugün hava yine çok güzel. Artık yazdan kalma günler bitmiştir diye düşünüyordum ama, öyle değilmiş demek. İnadıya güzel ve de oldukça sâkin bir gün bu gün. Sâkin olduğu kadar da ılıman.

Havanın müsâitliği köye gitme düşüncesini getirdi aklımıza. Artık kapalı mekânda durma zamânı değil. Hattâ şehirden de çıkmalı. Nitekim öyle de oldu. Çakalçıkmaz, Çelebioğlu, Orsan derken Katırcıoğlu’dan îtibâren seyir cümbüşü iyice renkleniyor.

YOL YOL TEPELER...

Her zaman bu duyguyu hissederim. Çambaşı sapağını geçip de daha o hafif yokuşu tırmanırken tam karşımızda Şuayip Tepesi olmak üzere sağlı-sollu tepe manzaraları eşlik eder gidenlere. Geçen hafta öğretmen arkadaşımız Mümin Esat Beyler de bizde misâfir oldukları akşam sohbet arasında bu tepelerle ilgili olarak piramitleri andırdığını söyledi. Nasıl da aynı şeyleri düşünmüşüz…

Her neyse, Kökenli diyecektim ama Teyneli diyeyim ki arkadaşımın köyünün adını da anmış olayım; o sapaktan îtibâren manzara daha bir renklendi. Sağ tarafa yukarı sapsarı ağaçlar, yemyeşil pancarlıklar, güz çimenleri kendini belli eden bahçeler, karşılarda yine tepeler. İşte Dedeli köprüsüne geldik. Arabalar yağ gibi akıyor.

Bayırı tırmandıktan sonra Çavuşoğlu’dan döndük. Çarşıdan çıkalı 20 dk oldu olmadı köydeyiz. Dereyolu, bizim güzergâh îtibârıyla çizgilerine varana kadar tamamlanmış. Yol güzel olunca onun kenarındaki bahçeler, tarlalar ve evler de güzel gözüküyor. Kendinizi o topraklara daha yakın hissediyorsunuz. Her şey sanki daha bir sizden ve sizin gibi.

HAVA SÂKİN, AMMA VE LÂKİN...

Gün boyu kaldık köyde. O, yazın püfür püfür esip, onca sıcakta neredeyse, biraz da terlemelerin etkisiyle üşüten rüzgârın eseri bile yoktu. Hiç üşümedik bu defâ. Öylesine sâkin bir havaydı gerçekten. Tabiî, hava sâkin de, bunu bilen, daha doğrusu fırsat bilen insanlar değil. Öyle de olması gerekir. Meselâ, şurda aşağıda bir komşu evine çatı çatıyor. Ustaları var.

Biz daha çok evin yanlarında oyalanıp, çalı-çırpı bir şeyler yaptık. Biraz odun ettik. Bahçelerin kıyısına-köşesine baktık. Oğlum arkadaşıyla uzak yerleri şöyle bir dolaşıp geldi. Dükkân katında bâzı bakım ve tâmirat işleri yaptı. Odun motoruyla uğraştı. Sonra birlikte birşeyler atıştırdık.

Karşımızdaki komşunun baylı-bayanlı misâfiri geldi. Bir başka komşuya tâziyeye gelmişken oraya da uğramayı düşünmüşler. Arabasını bizim kapıya çekti. Selâm verip kendilerini tanıttılar. Arabanın aküsü bitmiş. Yerin itme kolaylığından dolayı park müsâdesi istediler. Biz ayrılırken hâlâ dönmemişlerdi. Besbelli, çıkınca harman giriş kapısını çekerler.

BAHÇE-BAĞ; TERE YAĞ!

Onun bir ötesindeki yaşlı komşulara gittiğimizde, evin yanlarında hiç görmediğimiz kadar bir hareketle karşılaştık. Meğer, evin en büyük kızları çocuklarıyla berâber gelmişler. Harman oğuldan, kızdan torunlarla cıvıl cıvıldı. Büyükler de babalarıyla berâber dedelerine bahçede odun etme, taşıma ve kesmeye yardım ediyorlardı. Az önce de atölyeye ağaç götürmüşler. Gelmişken hem kendimiz, hem arabamızla işe-güce katkıda bulunalım diye düşünmüşler.

Deniz tarafında yer alan diğer iki komşu imece hâlinde bahçelerine hayvan gübresi taşıyorlar. Geçerken selâm verip, hâl-hatır sorarak, kolay gelsin dedik. Altun Teyze’ye selâm gönderip, oradan Havil Teyze’ye geçtik. Geçen uğrayışta olduğu gibi bu defâ da fırında ekmeğe denk geldik. Daha uzaktan görünce; “Kadir gecesinde mi doğdun?” diyerek karşıladılar. Meğer bu yüzdenmiş! Tere yağla tadının nice olduğunu en az sizler de bizim kadar bilirsiniz. Bulup da yiyenlere âfiyet olsun…

FASL-I HENGÂME...

Bu arada hengâme de olmuyor değil. Bir taraftan bir-kaç el tüfek sesi geldi. Biraz sonra bir dolu daha. Tek tek patlatıyordu. Her hâlde otomatik değildi. Ya da o öyle atıyordu. Neyse, biraz sessizlik oldu. Sonra ordan-burdan otomatik sesler yükselmeye başladı. Uzaktan geldiği için, şudur diye kestirmek mümkün değil. Durduk yerde günâh almaya gerek yok.

Günâh dedik de, daha o zaman şunu düşündüm; hani Efendimiz(SAV) buyuruyor ya: “Kim İslam’da bir çığır açarsa, ona hem bu hayrın ecri verilir, hem de kendisine uyarak bu hayrı işleyenlerin ecri verilir. Bu onların ecrinden hiçbir şey eksiltmez. Kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, ona bunun günahı ile kendinden sonra onu işleyenlerin günahı da verilir, bu da onların günahından bir şey eksiltmez.” (Müslim, Nesâî)diye.

TETİKTEN ETİK'E...

Bu ona girer mi bilmiyorum da, örnek güzel. Hiç kimsenin aklında yokken, biri bir mermi patlatıyor. Diğerleri de, ya cevap adına, ya da bahâneyle silâhını denemek veyâ göstermek için tetiğe davranıyor.   İşte burada tetiğe ilk asılanın sevapsa sevâbı, günâhsa da günâhı var. Bütün işlerimiz için bu böyle. Bunu bilmek, ona göre adım atmak gerekir. Hele âile reisi ya da örneklik konum söz konusuysa, durum daha da bir ciddiyet arz eder. 

Kaldı ki; ''Hayra delalet eden, (yol gösteren,sebep olan, önderlik eden) onu yapan gibidir. (Tirmizi)" hadîsi de var ki, işin önem boyutunu göz önüne seriyor. Yüce Rabbimiz, bu anlamda hepimizin yardımcısı olup, bizleri şuurlu hareket edenlerden ve ne yaptığını bilenlerden eylesin diye duâ ederek bu faslı kapatıyoruz.

Bu günlük de bu kadar sevgili okurlar. Bu hafta, havanın câzibesiyle Sâlih’in Mekânı'ndan biraz uzaklaştık. Hattâ, şehirden de çıkıp, tâ Eymür’e kadar geldik. Ulubey’e az kaldı. Gelecek hafta, mekâna uğrar, bu defâ oradan, doğruca meydana çıkarız inşâllâh gibi geliyor bana.

İnşâllâh diyor, bu ay tamamlanacağının müjdelendiği, güzel ümitler beslediğimiz meydanımızda sağlık, sıhhat, âfiyet ve muhabbetle buluşmak üzere, hepinize sevgi, saygı ve sonsuz mutluluk dileklerimizi sunuyoruz ves’selâm…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.