Nuri KAHRAMAN
Köşe Yazarı
Nuri KAHRAMAN
 

DAYININ SİYÂSETİ, KURBANIN ZİYÂFETİ!

Kurban süreci bizim için biraz da köy demek oluyor doğal olarak. Zîrâ çoğumuzun ağırlığı orada. Kökenimiz orası. Meselâ biz, bu defâ istisnâ olduysa da her bayram, namaza Eymür’e gitmeye, câmide uzak-yakın komşularımızla topluca görüşmeye çalışırız. Bu bayram, namazı Ordu’da kıldıktan sonra Kurban’ı  keseceğimiz Şuayip’e geçtik. Eymür’ü uzaktan seyr’ettik. Eymür ziyâretlerini de, Pazar günkü asker dâvetinin ardından yaptık. Kurban günü, Annem oldukça mutluydu. 60 yıl sonra baba ocağında kurban kesiyor olmanın sevincini bizzat ifâde etti. Bizler de mutluyduk. Çoluk-çocuk hep bir arada akrabalarımızla, dura-dinlene, lâf-muhabbet kurbanımızı kestik. Arada, hemen yanı başımızdaki incirlere, üzümlere uzanmadık değil. Hava güzel, harman güzel; bir yandan çaylar geliyor, çocuklar koşuşturuyor. Gün de zâten bayram. Ne mutlu hepimize değil mi? Çünkü, her ne kadar kimi yerlerde kazâlar, terörler olsa ve gölge düşürse de, genel anlamda onlara da duâlarla berâber bu mutluluğu bu gün topyekûn millet ve İslâm Âlemi olarak yaşadık. İyi ki bayramlar var. Birliğimizi-berâberliğimizi duyarak yaşıyor, görerek pekiştiriyoruz. Bir çok insan, komşumuz Vedat Karaca gibi âilece arabasıyla, sırf bayram olsun diye, her türlü çile ve sıkıntıyı göze alarak, ta İstanbullardan yollara koyuluyorlar. Bayram için yollara düşenlerin sonları bayram olsun inşâllâh… Sevgili okular. Konu bayram olunca, sevinç geliyor akla, neşe, mutluluk geliyor. İsterseniz biraz bu minvâlde gidelim. Demiştik ya; sabah kuşluk vakti vardık Şayıp’a. İbrâhim (Yüksel) Dayı hazır, Ferhat Yüksel usta da. Biz de gelince Kurban halkası tamamlandı. Yılların dayı oğlu Ferhat Usta’yla ortaklık ta varmış kaderde. Ona arada, ORTAK diye takılıyoruz. Artık bundan sonra Ortak gelip ortak gideriz gibi geliyor bana. Bu da bir kurban hâtırası olsun inşâllâh. İşin asıl esprili tarafını şimdi anlatacağız. Kurbanı yere yatırıp kestik. İşlem tamamlandı hayırlısıyla. Şimdiye kadar kestiğimiz en gösterişli kurbandı ama kesim işlemi en kolay olanı oldu. Ama, boğazlama işlemini yapan dayım, hayvanın şahdamarını da kesip hareketler durduktan sonra şöyle oturup bir nefes aldı. Şimdiye kadar ağzından tekbirden başka bir şey çıkmayan dayım birden konuşmaya başladı: -          Komşular bunu kurbanlığa çıkarttılar ama haklıydılar arkadaş. Hayvan çok hayduttu. Zor zapt’ediyorlardı. Üç kat teli nesin demeyip atlıyordu. Çok şükür rahat kestik! Bizim de huyumuzda mûziplik var ya, biraz da bayram latîfesi olarak; -          Dayı, hayvan canlıyken hiçbir şey demiyordun. Yüzüne karşı bir şey söyleyemiyordun. Şimdi nasıl olsa öldü, arkasından, korkmadan rahat konuşuyorsun! dedim. -          Yiyenim haklısın da, sebep o değil. Ben bunu önceden anlatsaydım hayvan haydut diye siz panik yapar, iyi tutamazdınız! Meğer dayımız, -tabiî, Ferhat Usta’nın emmisi- bayağı bir siyâset yapmış burada. Bravo doğrusu. Eeee, dayı olmak, emmi olmak kolay değil. İşte böyle muhabbetle bir kurban kestik. Yemeydi-içmeydi, namazdı-niyâzdı, parçalamaydı, tartmaydı, kur’aydı, arabaya yüklemeydi derken ikindiye doğru işlemi tamamladık. Çok suhûletli ve de bereketli oldu elhamdülillâh. En son, dayımız eve girmeden eşiğe oturdu. Şöyle derin nefes alırken, mahzun bir havaya büründü; bir yandan da, belki hayvanla ilgili söylediklerini tamamlamak adına; -          Yâ işte, hayvan dün şuralardaydı. Şu yollarda yayılıyordu. Harmanın kenarlarında nazlı nazlı otladı. Ne güzel hayvandı. Ama sanki, üzerine bir ağırlık ve uysallık çökmüş gibiydi. -          Belki de kurban ikliminin getirdiği bir havaydı. Allâh kabul etsin. Rabbimiz Maddî, mânevî bereketlerini çoğaltsın inşâllâh diyerek vedâlaştık. Oradan, Arife Günü gidemediğimiz mezar üstüne uğradık. Annemin büyüklerine Yâsin’i devam ederken, ben de o arada, babamın da hocası, bölgenin geçiş dönemi âlimlerinden Gacaroğlu Ahmet Efendi’nin mezârına varayım dedim. Allâh Allâh, şurada olacaktı falan deyip ararken, bir de fark ettik ki mezarlar yeniden yapılmış. Hoca Efendi’nin yakınlarıyla birlikte yapılan mezarında diğerlerine göre farklılık var. Tıpkı Osmanlı döneminde ulemâ kabirlerinin farklı olduğu gibi. Betül Kızım’la Yusuf Kerem de gelmişti dedemizin hocasına biz de okuyalım diye. Birlikte fâtihalarımızı okuyup şehre doğru yola koyulduk. Pazar günkü ŞAHAP asker dâveti sonrası gittiğimiz babamızın mezarında da, Rabbimize, bizlerin ve de pırlanta torunlarının yetişmesi için gecelerini gündüzlere katan, âdetâ kendisini fedâ eden babamız -ve de dolayısıyla kendimize de- faydamız olması, amel defterlerinin kapanmaması adına bizleri iyiliklere güzelliklere yönlendirmesi, hayırda yarıştırıp muvaffak kılması, sonuçta da hep berâber Efendimizin (SAV) komşuluğunda buluşturması  dilek, arzu ve temennîsi meyânında duâlar ettik…   Bu güzel duâyla, içimizde bayram hâtıralarından bir ukde kalmaması adına kaleme aldığımız bu günkü yazımızı da, aynı duâları cümle kardeşlerimiz için tekrarlamak sûretiyle tamamlamış olalım inşâllâh.  Nice bayramlara sevinç ve mutluluklarla erişmek, açılan okullarımızın da çocuklarımızın cennet yolunun bahçeleri olması dileğiyle; Âmin, Âmin, Âmin ves’selâm…
Ekleme Tarihi: 29 September 2015 - Tuesday

DAYININ SİYÂSETİ, KURBANIN ZİYÂFETİ!

Kurban süreci bizim için biraz da köy demek oluyor doğal olarak. Zîrâ çoğumuzun ağırlığı orada. Kökenimiz orası. Meselâ biz, bu defâ istisnâ olduysa da her bayram, namaza Eymür’e gitmeye, câmide uzak-yakın komşularımızla topluca görüşmeye çalışırız. Bu bayram, namazı Ordu’da kıldıktan sonra Kurban’ı  keseceğimiz Şuayip’e geçtik. Eymür’ü uzaktan seyr’ettik. Eymür ziyâretlerini de, Pazar günkü asker dâvetinin ardından yaptık.

Kurban günü, Annem oldukça mutluydu. 60 yıl sonra baba ocağında kurban kesiyor olmanın sevincini bizzat ifâde etti. Bizler de mutluyduk. Çoluk-çocuk hep bir arada akrabalarımızla, dura-dinlene, lâf-muhabbet kurbanımızı kestik. Arada, hemen yanı başımızdaki incirlere, üzümlere uzanmadık değil. Hava güzel, harman güzel; bir yandan çaylar geliyor, çocuklar koşuşturuyor. Gün de zâten bayram.

Ne mutlu hepimize değil mi? Çünkü, her ne kadar kimi yerlerde kazâlar, terörler olsa ve gölge düşürse de, genel anlamda onlara da duâlarla berâber bu mutluluğu bu gün topyekûn millet ve İslâm Âlemi olarak yaşadık.

İyi ki bayramlar var. Birliğimizi-berâberliğimizi duyarak yaşıyor, görerek pekiştiriyoruz. Bir çok insan, komşumuz Vedat Karaca gibi âilece arabasıyla, sırf bayram olsun diye, her türlü çile ve sıkıntıyı göze alarak, ta İstanbullardan yollara koyuluyorlar. Bayram için yollara düşenlerin sonları bayram olsun inşâllâh…

Sevgili okular. Konu bayram olunca, sevinç geliyor akla, neşe, mutluluk geliyor. İsterseniz biraz bu minvâlde gidelim. Demiştik ya; sabah kuşluk vakti vardık Şayıp’a. İbrâhim (Yüksel) Dayı hazır, Ferhat Yüksel usta da. Biz de gelince Kurban halkası tamamlandı. Yılların dayı oğlu Ferhat Usta’yla ortaklık ta varmış kaderde. Ona arada, ORTAK diye takılıyoruz. Artık bundan sonra Ortak gelip ortak gideriz gibi geliyor bana. Bu da bir kurban hâtırası olsun inşâllâh.

İşin asıl esprili tarafını şimdi anlatacağız. Kurbanı yere yatırıp kestik. İşlem tamamlandı hayırlısıyla. Şimdiye kadar kestiğimiz en gösterişli kurbandı ama kesim işlemi en kolay olanı oldu. Ama, boğazlama işlemini yapan dayım, hayvanın şahdamarını da kesip hareketler durduktan sonra şöyle oturup bir nefes aldı. Şimdiye kadar ağzından tekbirden başka bir şey çıkmayan dayım birden konuşmaya başladı:

-          Komşular bunu kurbanlığa çıkarttılar ama haklıydılar arkadaş. Hayvan çok hayduttu. Zor zapt’ediyorlardı. Üç kat teli nesin demeyip atlıyordu. Çok şükür rahat kestik!

Bizim de huyumuzda mûziplik var ya, biraz da bayram latîfesi olarak;

-          Dayı, hayvan canlıyken hiçbir şey demiyordun. Yüzüne karşı bir şey söyleyemiyordun. Şimdi nasıl olsa öldü, arkasından, korkmadan rahat konuşuyorsun! dedim.

-          Yiyenim haklısın da, sebep o değil. Ben bunu önceden anlatsaydım hayvan haydut diye siz panik yapar, iyi tutamazdınız!

Meğer dayımız, -tabiî, Ferhat Usta’nın emmisi- bayağı bir siyâset yapmış burada. Bravo doğrusu. Eeee, dayı olmak, emmi olmak kolay değil. İşte böyle muhabbetle bir kurban kestik. Yemeydi-içmeydi, namazdı-niyâzdı, parçalamaydı, tartmaydı, kur’aydı, arabaya yüklemeydi derken ikindiye doğru işlemi tamamladık. Çok suhûletli ve de bereketli oldu elhamdülillâh.

En son, dayımız eve girmeden eşiğe oturdu. Şöyle derin nefes alırken, mahzun bir havaya büründü; bir yandan da, belki hayvanla ilgili söylediklerini tamamlamak adına;

-          Yâ işte, hayvan dün şuralardaydı. Şu yollarda yayılıyordu. Harmanın kenarlarında nazlı nazlı otladı. Ne güzel hayvandı. Ama sanki, üzerine bir ağırlık ve uysallık çökmüş gibiydi.

-          Belki de kurban ikliminin getirdiği bir havaydı. Allâh kabul etsin. Rabbimiz Maddî, mânevî bereketlerini çoğaltsın inşâllâh diyerek vedâlaştık.

Oradan, Arife Günü gidemediğimiz mezar üstüne uğradık. Annemin büyüklerine Yâsin’i devam ederken, ben de o arada, babamın da hocası, bölgenin geçiş dönemi âlimlerinden Gacaroğlu Ahmet Efendi’nin mezârına varayım dedim. Allâh Allâh, şurada olacaktı falan deyip ararken, bir de fark ettik ki mezarlar yeniden yapılmış. Hoca Efendi’nin yakınlarıyla birlikte yapılan mezarında diğerlerine göre farklılık var. Tıpkı Osmanlı döneminde ulemâ kabirlerinin farklı olduğu gibi. Betül Kızım’la Yusuf Kerem de gelmişti dedemizin hocasına biz de okuyalım diye. Birlikte fâtihalarımızı okuyup şehre doğru yola koyulduk.

Pazar günkü ŞAHAP asker dâveti sonrası gittiğimiz babamızın mezarında da, Rabbimize, bizlerin ve de pırlanta torunlarının yetişmesi için gecelerini gündüzlere katan, âdetâ kendisini fedâ eden babamız -ve de dolayısıyla kendimize de- faydamız olması, amel defterlerinin kapanmaması adına bizleri iyiliklere güzelliklere yönlendirmesi, hayırda yarıştırıp muvaffak kılması, sonuçta da hep berâber Efendimizin (SAV) komşuluğunda buluşturması  dilek, arzu ve temennîsi meyânında duâlar ettik…  

Bu güzel duâyla, içimizde bayram hâtıralarından bir ukde kalmaması adına kaleme aldığımız bu günkü yazımızı da, aynı duâları cümle kardeşlerimiz için tekrarlamak sûretiyle tamamlamış olalım inşâllâh. 

Nice bayramlara sevinç ve mutluluklarla erişmek, açılan okullarımızın da çocuklarımızın cennet yolunun bahçeleri olması dileğiyle; Âmin, Âmin, Âmin ves’selâm…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.