Ülke mefâhirde bir umman ammâ;
Deniz bile değil, gölde burası!...
Kanmayın ne mâvi, ne yeşiline;
Sahrâda, cebelde, çölde burası!...
Her bölge mânevî çınar doluyken
Hiç maya tutmamış dölde burası!...
Rüzgârlar ya batı, ya kuzey eser;
Fetihler öncesi yelde burası!…
Ne sağı ne solu; hiç fark etmiyor
İrfandan nasipsiz belde burası!...
Aşk bahislerinde sınıfta kalmış;
Curcuna mızrapta, telde burası!...
Dereleri çok da değirmeni yok;
Ne varsa götürmüş selde burası!...
Kayıp az da olsa, velvelesi çok
Saçı-başı yolar; kel'de burası!...
Zerre keyfi kaçsın, gör sen feryâdı
Sabrın, tahammülün geçmiyor adı
Cümlelerin, birden bozulur tadı
Nîmete şükürsüz, dilde burası!....
Ne duâ, ne niyâz; rızâ, kanaat
10 ay dedikodu, iki icraat!
Fındık konuşulur her gün her saat;
Rüyâlarda bile dal’da burası!...
Güzelim zamanlar oyun oynaşta;
Gençler kınanırken, büyükler başta!
Ya okey, ya aznif, ya zar, ya taşta
Ömrünü yer; şansta, falda burası!...
Hiç fark etmez; okumuşu, câhili
Birdir yaylaları, köyü, sâhili
Dışından müptezel; içi, dâhili!
Batakta, çamurda, kilde burası!...
Bakın manzaraya, Allâh aşkına;
Herkes ayrı uçmuş, dönmüş şaşkına
Kayıp gidiyorlar, neyin meşkine?
Çalgıda, çengide, zilde burası!...
Her yerde bulunur âlim, ulemâ
Velîler, ermişler; ârif, urefâ
Burda ne medrese; tekke, türebâ
Mânâ cihetinden zülde burası!...
Beylikler, Selçuklu, ya da Osmanlı?
Vakıf arâzili, çeşme meydanlı?
Şöyle sâbit adres; yok, anlı-şanlı?!
Keyfince takılıp, çal’da burası!...
Mezarlar düzlenip, gıcır edilmiş!
Taşı, kitâbesi mıcır edilmiş!
Her ne varsa, imhâsına gidilmiş;
Sağlayı olmayan solda burası!...
Atlasa bakınca, Anadolu’dur;
Toprağın zengini, suyun boludur
Lâkin hevâsının, nefsin kuludur
Örfünden soyulmuş çulda burası!...
Çıkmaz ekâbirden selim fikirli
Özü hüsniniyet, ağzı zikirli
Hamiyet sâhibi, hamdli, şükürlü
Çıkarda; parada, pulda burası!...
Ahâlî, her dönem sandığa koşar;
Ümitler değil de, edilen şaşar!
Bir kaht-ı ricâldir, diyâr hep yaşar;
Sanki bizde değil, el’de burası!...
Vasfedilen bu yer, Güzel Ordu’dur
İnkisâr-ı hayâllerin yurdudur
Halkın safı, siyâsetin kurdudur;
Hep med-cezir; hep, git,-gel’de burası!...
Peki, öyle ise; ne oldu şimdi?
Bunları anlatan, sen miydin, kimdi?
Mâlumları îlâm, çok mu lâzımdı?
Zemîni hep kaygan yolda burası!...
İnsanoğlu, ham süt emmiş bir beşer
Arzuya kapılır, gaflete düşer
Nûrânî, beyhûde dertleri deşer;
Duvarda, perdede, tülde burası!...
Derin kazmak gerek toprağın derler
Kaderine yanmış külde burası!...
Bir Nasreddin Hoca fıkrası gibi
Tımarda, Timur’da, filde burası!...
Gelgelelim; yine, söz söylenecek
Toprak işlenecek, tav eylenecek
Netîce inşâllâh, kolaylanacak;
Çok çaba, çok çapa; bel’de burası…
Bunun için, seferberlik gerekli
İlimli-irfanlı; kazma-kürekli
Çıkınca öncüler; cennet yürekli
Yer bulur, diyâr-ı gülde burası!...