Nuri KAHRAMAN
Köşe Yazarı
Nuri KAHRAMAN
 

BİZİM SÂLİH ve MEKÂNI…‏

Daha önce hiç söz ettim mi, bilmiyorum, bizim bir Sâlih’imiz var; Sâlih Yüksel. Yeni Mahalle’de, iş yerimizin hemen karşısında, ıhlamurlu köşedeki lokantanın sâhibi. Ordu’nun meşhur, MEŞHUR YAHNİCİ’si.  Çoğu zaman, daha sabah, kepenkleri açar açmaz oraya bir geçerim. Kimi sabah, evden çıkmadan, erken saatlerde telefonumuzu çaldırmış olur zâten. Onun köşedeki dükkânının küçücük tezgâh arkası zaman içerisinde söz edeceğimiz başka müdâvimleriyle berâber hepimiz için âdetâ sığınak gibidir. Gazetelerimizi, dergilerimizi, takvim yapraklarını, kitaplardan seçtiğimiz bölümleri, olan-bitenlerden konuşulacakları orada çay, neskafe, çikolata eşliğinde paylaşırız. Sâdece bunlar mı? Okumak deyince, arada türkülerimiz de okunur; şarkılarımız seslendirilir. Mehter marşları ve ilâhiler meşk ederiz. Zâten bitişiğimizde de Muhiddin Hocamız var, Muhittin Yurttaş. Kendisi din görevlisi ve aynı zamanda mûsıkî ile meşgûl. Hilâl İlâhi Grubu ve besteleri var. CD ve kasetlerinde seslendirdiği eserlerin çoğu kendisine âit. Bizim terennümlerimiz boşluk arasındaki kısırıklardan ona kadar ulaşıyormuş zaman zaman; “istifâde ediyoruz” diyor. Gel burada da meşk edelim dese de, Sâlih’in Mekânı bize daha mûtenâ ve de müstaid geliyor. Gönlümüz oraya daha çok akıyor. Özellikle salı sabahları, gazetemizi de diğerleriyle birlikte kapıdan alır masanın üzerine koyar, doğru Sâlih’in mekânına giderim. Çünkü O, sabah 5.00 gibi açıp çorba hazırlamak durumunda olduğu için gazeteyi bizden çok önce okumuş olur. Değerlendirmeyi önce ondan alırım diyeceğim ama, daha ben selâmı tam veremeden, hemen hemen her yazım için SÜPER diyerek başlar söze: “Vallâ, çok süper olmuş hocam, yine çok güzel yazmışsın, ancak bu kadar olur!” falan der. İşte gördünüz; siz olsanız böyle yere hemen akıvermez misiniz? Sıcaklıkta bir sebep de böylesi bir peşin iltifat belki. SÂLİH KOMŞU, FÂTİH KARDEŞ... Tüm bunlardan öte, Sâlih’le yılların mahalle komşusuyuz. Âilelerimizin ortak geçmişleri var. Bir de, çok sevdiğimiz ağabeyimiz, sizlerin de Ulubey İmam-Hatip Lisesi’nden tanıyor olabileceğiniz Haşmettin Zafer Yüksel’le akraba. Zaman zaman onun nükte, espri, anlattığı fıkralar ve kendine has değerlendirmeleri de burada dillendirilir. Geçtiğimiz senelerde, kendisi gibi öğretmen olan kardeşi Cemil Câhit Bey’le 1-2 hafta arayla vefat ettiler. Depe-yi Bâlâ(Yukarıtepe) mezarlığında medfunlar. Her ikisi de aynı zamanda site komşumuz olan kardeşlerimize bu vesîleyle buradan ganî ganî rahmetler diliyor, fâtihalar gönderiyoruz. Mekânları cennet olsun… Sâlih kardeşin, öncelikle akran olmaları, benim de yüksek okul ve görevimin ilk 10 yılı dolayısıyla İstanbul, Lüleburgaz ve Akkuşlarda bulunmam, hattâ, Ordu’ya geldiğim yıl bir eğitim dönemi(1990-91) MEB tarafından staj yapmak üzere Cezâyir’e gönderilmem dolayısıyla Kardeşim Fâtih Kahraman’la geçmişe dâir hâtıraları daha çok. Birlikte çok top oynamışlıkları, denizde yüzmüşlükleri var. Anlatıyor; “Fâtih Âbi çok güzel futbol oynardı. Onun için ona KELEBEK lâkabını vermiştik!”diyor.   Sevgili okurlar, Sâlih'in yerindeki bu ilgi ve sıcaklık sâdece bize değil. Müşteriler için de aynı hareket sürekli sergileniyor. Herkese çorbanın ardından çay teklif ediliyor. Kolonya, karanfil ikramı yanında, kalkılan masanın sâdece üstü değil, altı, araları, lâvabolar da baştan başa her defâsında bıkıp-usanmadan temizlikten geçiriliyor. Kısa aralıklarla camlar da siliniyor. Kaldırımlar, dışardan gelen arabalar; hepsi hepsi tâkip ediliyor. Silgi bezi, süpürge, faraş, kâğıtlar, peçeteler hiç elden düşmüyor desem öyle. Bâzen abartılı görsek de, bakıyorum faraşın içinde bayağı ekmek ufakları falan gözüküyor. Ekmeğin çiğnenmesine tahammülleri yok yâni. Belki de kazançlarının bereketi burada. OKURUN ÇAYI, YAZARIN ÇORBASI!.. Bir de, işlerini güzel yapıyorlar. Yahni olsun, kuru fasulye olsun ya da pilâv. Târifeyi görünce ilk anda tereddüd geçirenler çorbayı, özel sipâriş köy yoğurdundan yaptıkları köpüklü ayranı içince veyâ yemeği yiyince hakkını teslim edip iç huzûru ve gönül rahatlığıyla buradan ayrılıyorlar. Neyse, sözü uzatmayalım. Ben de zaman zaman yazılarımızın Sâlih’in yahnisi gibi içli olması gerektiğini düşünür, öyle dolu olsun isterim. İçime sinmeyen, kaynak ve veri yoksunu, ya da zayıf tatsız-tuzsuz, zevksiz yazılar bana etsiz yâhni gibi gelir. Hani, aynı tencereden yarışla yemek yerken zar zor et denk getiren bir medrese talebesinin, BİR VECEDTÜ DE BEN BULDUM! dediği cinsten bir yahni gibi olsun istemem yâni. Sevgili okurlar; inşâllâh okumalarımız, yazmalarımız ve de tüm hayâtımızın kalite, verim, hasat ve bereket anlamında dolu dolu olması dileğiyle hepinize sevgi ve saygılar sunuyor, bize bu yazı, ondan öte dostça ortam ve ünsiyetin güzelliğini yaşatan Sâlih Kardeş ve tekkesinin yardımcı elemanları, müşteri ve müdâvimlerine kalbî teşekkürler ediyor, bu muhabbet eksenli konumuzun hemen bitecek gibi gözükmediğini,  dolayısıyla, gelecek haftayı iple çekeceğimizi ifâde ederek sözlerimizi bugünlük bitiriyoruz. Evet, buraya uğrayan diğer isimlerden söz edemedik. İnşâllâh bir başka sefere onları da buraya konuk eder sizlerle tanıştırırız. Gördüğünüz gibi, bizim KESTÂNE ÇİÇEKLERİ altındaki geniş gözüken köşemiz Sâlih’in Mekânı kadar istihdâma elverişli değil. Bu da Sâlih’in gönlünün genişliği, bizim uslûbumuzun darlığından olsa gerek! Bu esprinin üzerine şu kadarını söyleyelim ki, buraya uğrayanların derdi sâdece sohbet ve muhabbet. Ne kadar yenilse-içilse, hiç biri oradakilerin yerini tutmuyor. Çünkü orada ayrıca ünsiyet tadı var. Bu da, İNSÂNİYETE YAKIŞANIN ÜNSİYET olduğundandır. Sizlerin de çevresinde böyle huzur bulduğu dost mekânlar mutlakâ vardır. Olmalı da. Çünkü ihtiyâç... Değil mi dostlar? İşte, onların hepsine selâm olsun ve de şu kelâm son kelâm olsun ves'selâm: GÖNÜL NE ÇAY İSTER NE ÇAY HÂNE; GÖNÜL SOHBET İSTER KAHVE BAHÂNE!
Ekleme Tarihi: 26 November 2014 - Wednesday

BİZİM SÂLİH ve MEKÂNI…‏

Daha önce hiç söz ettim mi, bilmiyorum, bizim bir Sâlih’imiz var; Sâlih Yüksel. Yeni Mahalle’de, iş yerimizin hemen karşısında, ıhlamurlu köşedeki lokantanın sâhibi. Ordu’nun meşhur, MEŞHUR YAHNİCİ’si. 

Çoğu zaman, daha sabah, kepenkleri açar açmaz oraya bir geçerim. Kimi sabah, evden çıkmadan, erken saatlerde telefonumuzu çaldırmış olur zâten. Onun köşedeki dükkânının küçücük tezgâh arkası zaman içerisinde söz edeceğimiz başka müdâvimleriyle berâber hepimiz için âdetâ sığınak gibidir. Gazetelerimizi, dergilerimizi, takvim yapraklarını, kitaplardan seçtiğimiz bölümleri, olan-bitenlerden konuşulacakları orada çay, neskafe, çikolata eşliğinde paylaşırız.

Sâdece bunlar mı? Okumak deyince, arada türkülerimiz de okunur; şarkılarımız seslendirilir. Mehter marşları ve ilâhiler meşk ederiz. Zâten bitişiğimizde de Muhiddin Hocamız var, Muhittin Yurttaş. Kendisi din görevlisi ve aynı zamanda mûsıkî ile meşgûl. Hilâl İlâhi Grubu ve besteleri var. CD ve kasetlerinde seslendirdiği eserlerin çoğu kendisine âit. Bizim terennümlerimiz boşluk arasındaki kısırıklardan ona kadar ulaşıyormuş zaman zaman; “istifâde ediyoruz” diyor. Gel burada da meşk edelim dese de, Sâlih’in Mekânı bize daha mûtenâ ve de müstaid geliyor. Gönlümüz oraya daha çok akıyor.

Özellikle salı sabahları, gazetemizi de diğerleriyle birlikte kapıdan alır masanın üzerine koyar, doğru Sâlih’in mekânına giderim. Çünkü O, sabah 5.00 gibi açıp çorba hazırlamak durumunda olduğu için gazeteyi bizden çok önce okumuş olur.

Değerlendirmeyi önce ondan alırım diyeceğim ama, daha ben selâmı tam veremeden, hemen hemen her yazım için SÜPER diyerek başlar söze: “Vallâ, çok süper olmuş hocam, yine çok güzel yazmışsın, ancak bu kadar olur!” falan der. İşte gördünüz; siz olsanız böyle yere hemen akıvermez misiniz? Sıcaklıkta bir sebep de böylesi bir peşin iltifat belki.

SÂLİH KOMŞU, FÂTİH KARDEŞ...

Tüm bunlardan öte, Sâlih’le yılların mahalle komşusuyuz. Âilelerimizin ortak geçmişleri var. Bir de, çok sevdiğimiz ağabeyimiz, sizlerin de Ulubey İmam-Hatip Lisesi’nden tanıyor olabileceğiniz Haşmettin Zafer Yüksel’le akraba. Zaman zaman onun nükte, espri, anlattığı fıkralar ve kendine has değerlendirmeleri de burada dillendirilir. Geçtiğimiz senelerde, kendisi gibi öğretmen olan kardeşi Cemil Câhit Bey’le 1-2 hafta arayla vefat ettiler. Depe-yi Bâlâ(Yukarıtepe) mezarlığında medfunlar. Her ikisi de aynı zamanda site komşumuz olan kardeşlerimize bu vesîleyle buradan ganî ganî rahmetler diliyor, fâtihalar gönderiyoruz. Mekânları cennet olsun…

Sâlih kardeşin, öncelikle akran olmaları, benim de yüksek okul ve görevimin ilk 10 yılı dolayısıyla İstanbul, Lüleburgaz ve Akkuşlarda bulunmam, hattâ, Ordu’ya geldiğim yıl bir eğitim dönemi(1990-91) MEB tarafından staj yapmak üzere Cezâyir’e gönderilmem dolayısıyla Kardeşim Fâtih Kahraman’la geçmişe dâir hâtıraları daha çok. Birlikte çok top oynamışlıkları, denizde yüzmüşlükleri var. Anlatıyor; “Fâtih Âbi çok güzel futbol oynardı. Onun için ona KELEBEK lâkabını vermiştik!”diyor.  

Sevgili okurlar, Sâlih'in yerindeki bu ilgi ve sıcaklık sâdece bize değil. Müşteriler için de aynı hareket sürekli sergileniyor. Herkese çorbanın ardından çay teklif ediliyor. Kolonya, karanfil ikramı yanında, kalkılan masanın sâdece üstü değil, altı, araları, lâvabolar da baştan başa her defâsında bıkıp-usanmadan temizlikten geçiriliyor. Kısa aralıklarla camlar da siliniyor. Kaldırımlar, dışardan gelen arabalar; hepsi hepsi tâkip ediliyor. Silgi bezi, süpürge, faraş, kâğıtlar, peçeteler hiç elden düşmüyor desem öyle. Bâzen abartılı görsek de, bakıyorum faraşın içinde bayağı ekmek ufakları falan gözüküyor. Ekmeğin çiğnenmesine tahammülleri yok yâni. Belki de kazançlarının bereketi burada.

OKURUN ÇAYI, YAZARIN ÇORBASI!..

Bir de, işlerini güzel yapıyorlar. Yahni olsun, kuru fasulye olsun ya da pilâv. Târifeyi görünce ilk anda tereddüd geçirenler çorbayı, özel sipâriş köy yoğurdundan yaptıkları köpüklü ayranı içince veyâ yemeği yiyince hakkını teslim edip iç huzûru ve gönül rahatlığıyla buradan ayrılıyorlar.

Neyse, sözü uzatmayalım. Ben de zaman zaman yazılarımızın Sâlih’in yahnisi gibi içli olması gerektiğini düşünür, öyle dolu olsun isterim. İçime sinmeyen, kaynak ve veri yoksunu, ya da zayıf tatsız-tuzsuz, zevksiz yazılar bana etsiz yâhni gibi gelir. Hani, aynı tencereden yarışla yemek yerken zar zor et denk getiren bir medrese talebesinin, BİR VECEDTÜ DE BEN BULDUM! dediği cinsten bir yahni gibi olsun istemem yâni.

Sevgili okurlar; inşâllâh okumalarımız, yazmalarımız ve de tüm hayâtımızın kalite, verim, hasat ve bereket anlamında dolu dolu olması dileğiyle hepinize sevgi ve saygılar sunuyor, bize bu yazı, ondan öte dostça ortam ve ünsiyetin güzelliğini yaşatan Sâlih Kardeş ve tekkesinin yardımcı elemanları, müşteri ve müdâvimlerine kalbî teşekkürler ediyor, bu muhabbet eksenli konumuzun hemen bitecek gibi gözükmediğini,  dolayısıyla, gelecek haftayı iple çekeceğimizi ifâde ederek sözlerimizi bugünlük bitiriyoruz.

Evet, buraya uğrayan diğer isimlerden söz edemedik. İnşâllâh bir başka sefere onları da buraya konuk eder sizlerle tanıştırırız.

Gördüğünüz gibi, bizim KESTÂNE ÇİÇEKLERİ altındaki geniş gözüken köşemiz Sâlih’in Mekânı kadar istihdâma elverişli değil. Bu da Sâlih’in gönlünün genişliği, bizim uslûbumuzun darlığından olsa gerek!

Bu esprinin üzerine şu kadarını söyleyelim ki, buraya uğrayanların derdi sâdece sohbet ve muhabbet. Ne kadar yenilse-içilse, hiç biri oradakilerin yerini tutmuyor. Çünkü orada ayrıca ünsiyet tadı var. Bu da, İNSÂNİYETE YAKIŞANIN ÜNSİYET olduğundandır. Sizlerin de çevresinde böyle huzur bulduğu dost mekânlar mutlakâ vardır. Olmalı da. Çünkü ihtiyâç... Değil mi dostlar? İşte, onların hepsine selâm olsun ve de şu kelâm son kelâm olsun ves'selâm:

GÖNÜL NE ÇAY İSTER NE ÇAY HÂNE;

GÖNÜL SOHBET İSTER KAHVE BAHÂNE!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.