Geçen Salı Şuayip’teyiz. Almanya’da, tam Cumâ saatinde vefat eden ve işlemleri Pazartesiye kalan Fatma Bahar’ın (70) tabutu uçakla, Salı sabahı 7:30 gibi Samsun’a geliyor; kara yoluyla da saat 10 sıraları buraya intikal ediyor. Melet Irmağı tarafına bakan yamacın ortalarında yer alan evlerinin önü oldukça kalabalık.
Zâten 3 gündür gelen-giden eksik olmuyor. Evin alt yanına büyük bidon içerisine yakılan ateş gece boyu yanıyor. Yığılmış odunlardan alınıp atılıyor bir yandan. Hiçbir konuda problem yok. Çalışkan, dillikli bir âile Fatma-İhsan Bahar âilesi. Yıllarca Almanya’da çalışıp tüm hayâllerini buraya dâir kurup, yatırımlarını köylerine yapmışlar. Kocaman bir binâ. Geniş. Her bir çocuk için ayrı katlar var. Tam donanımlı bir mâlikâne. Rençber bir âileye gerekli tüm âlet ve edevât var. Oradaki çalışma plân ve disiplinini buraya taşımışlar. Neredeyse, yok yok…
Kapı baca çok güzel düzenlenmiş. Avluda çeşit çeşit meyve ağaçları. Rengârenk çiçekler. Değişik türlerde üzümler. Üzümler için demirden düzenekler. Harmanın kenarları; nizâmî kapılar falan… Hep heveslikler, hayâller. Kendileri için, çocukları için, torunları için.
KİM BİLİR, NERDE, NASIL; KAÇ YAŞINDA?!...
Gel gör ki, her şey ne kadar güzel olsa ve de gitse de, hepsi bir yere kadar işte. Burada, “Rabbimiz ötede heveslik aldırsın” diye duâ etmekten başka yapacak şey yok. Şâirin dediği gibi;
Neylersin; ölüm herkesin başında
Uyudun, uyanamadın; olacak!
Kim bilir, nerde, nasıl; kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak;
Taht misâli, o musallâ taşında!...
Câhit Sıtkı, yukarıya aldığımız şiirin baş kısmına, "Yaş otuz beş, yolun yarısı eder!" diyerek başlamış ama 45'de vedâ eylemiş hayâta... Sonuçta, evdeki hesaplar çarşıya uymaz ve de dâimâ Allâh'ın dediği olur.
ANADOLU HAREKETİ, TOPRAK BEREKETİ...
Evet, Fatma Bahar, oradaki konuşmalarda da ifâde edildiği gibi gayreti, becerisi, fedâkârlığı, cefâkârlığı, konuşkanlığı, girişkenliği ve ikram severliği ile tam bir Anadolu Kadını örneği. Aynı zamanda yengemizin ablası olduğundan komşularının ve hac-umre arkadaşlarından başka olarak, söz edecek kadar bizler de tanıyoruz bu âileyi. Çocuklarımızı Almanya’da misâfir ettiler. Meselâ son, Ocak ayıydı gâlibâ, umre dönüşü ziyâretimizde hastalıklarından da söz etmişlerdi uzun uzun. Hattâ, bir bayram, onların da bulunduğu, dayımlarla ortak kurbanı orada kesmelerle falan bayağı görüşme imkânlarımız olmuştu.
Her neyse, tüm bunlardan sonra şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; Fatma Bahar, dünyâsı kadar ahireti için de çalışmaktan geri durmamıştı. Namaz, Oruç, Hac gibi, İslâmın temel şartlarını yerine getirdikten başka, iyi komşuluğu, hoş geçimliliği, kul hakkına özellikle riâyeti, ikram etmeyi sevmesi, yatırımını kendi ülkesine yapmasıyla da mânevî anlamda üzerine düşeni yerine getirmeye çalışmıştı. Zâten, Allâh rızâsıyle, besmeleyle, alın teriyle yapılan her çalışma da bir ibâdet değil miydi sonuçta? Onda bu bilinç te vardı muhakkak.
GERÇEK ZENGİNLİKLER, KAPANMAYAN DEFTERLER...
Daha da önemlisi, Mehmet, Engin ve Ebrû gibi bizden isimler verdiği çocuklarını millî-mânevî değerlerle yetiştirmeyi de bilmişti; yaşadıkları ortamların oldukça elverişsizliğine rağmen. Bu gün onun en büyük eseri ve gerçek kazancı budur. Çünkü, gerçek servet hayırlı evlattır. Nitekim Ebû Hüreyre’nin (RA) rivâyet ettiği Hadis’te Efendimiz (SAV) “İnsan öldüğü zaman amel defteri kapanır. Ancak üç şey müstesna; sadaka-i cariye(kalıcı hayır), faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlâd." (Müslim)
Yâni, bu üç şeyden hangisi varsa, onlar dolayısıyla onun defterine de, evlâdının aldığı kadar ayrıca hayır yazılır. Onun için, büyükleri ölen evlatlar onlardan sonra iyilikler ve hayırlı emânetlere elden geldiğince sâhip çıkmak konusunda daha hevesli ve de kötülüklere düşmemek noktasında çok hassas olmak durumundadırlar. Rabbim hepimizi bu noktada muvaffak kılsın inşâllâh. Âmin.
Ev yanında, umre hocası Sâlih Çakar’ın helâlleştirmesi, Şuayip Câmii’nde, eniştesi İbrâhim Yüksel Hoca’nın kıldırdığı namazın ardından âile kabristanlığında toprağa verildi. Kur’an tilâvetlerini Nazif Çavdar, İsmail Korkmaz, Özer Yüksel, Murat Şenyurt gibi hocalarımız yaptılar. Herkes attığı kürek kürek topraklarla sevâba ortak olmaya çalıştı. Güzelyurt Câmi Hocamız Hüseyin Bayca’nın güzel duâsıyla da merâsim bitti. Mekânı cennet olsun. Yüce Mevlâ, geride kalanlara sabr-ı cemîller ve de Havz-ı Kevser’de hep birlikte buluşma niyetiyle gayretler ihsân eylesin inşâllâh…
CEMİL YÜKSEL, GACAROĞLU, ULUBEY...
Defnin ardından Ahmet Şimşek Hocamız, geçen ay vefat eden, köyün ve de bizlerin büyüklerinden Cemil YÜKSEL’in mezarını görmek istedi. Biz de ona katıldık. Mezarlığın ilk girişine konulmuş, az ötesinde de, meşhur, Müderris Gacaroğlu Ahmet Efendi var. Ahmet Şimşek Âbi’nin de bu tevâfuktan memnûniyetiyle, onu da ziyâret edip her ikisine de hayırlı yâdlarla berâber fâtihalar okuduk.
Ondan sonra da her cenâzede olduğu gibi herkes dağıldı. Dönüş yolunda Ulubey'den dolaştım. Hep uzaktan baktığım Kütüphâne'ye girdim. Kitaplara, dergilere baktım. Görevlilerle tanıştım. Ulubey Yorum Gazetemize uğradım. İkindi merkezî ezanı sonrası Şener Berçin, Sâlih Çongara, Murat Şenyurt hocalarımızla çay sohbeti yaptık. Araya bir şey girmezse, bu son paragrafı genişletip intibâlarımızı sizlerle paylaşmak arzusundayız.
İnşâllâh diyor, ölenlere rahmet, kalanlara sıhhat-âfiyet, ömür ve kazançlarınıza bereketler dileğiyle yazımızı noktalıyor, Yüce Mevlâ'dan gerçek sılamıza dönüşlerimizi hepimiz için de yüz akıyla olmasını müyesser kılması niyâzıyla berâber cümleye sevgiler, saygılar sunuyoruz ves'selâm...