Yazmanın da etkisi var mı bilmiyorum ama, okumayı ihmâl ettiğimiz bir gerçek. Allâh’a şükür, kanlı-canlı bir toplumuz. Merâsimlerimiz hiç bitmiyor. Bunları birlikte yaşamayı, mutlulukları da, hüzünleri de paylaşmayı seviyoruz. Bunlar bizi daha bir yakınlaştırıp kaynaştırıyor. Kenetleyip perçinliyor. İyi ki öyle; yoksa rüzgârların sert estiği coğrafyada birbirimizden kopmadan dimdik ayakta durabilmemiz mümkün olmaz.
DÜĞÜNLER, DÂVETLER, İCÂBETLER…
Geçen haftadan bu yana yine bir çok topluma uğradık. Cenâze, dâvet ve düğün. Gerçi hepsine yetişmek mümkün değil. Bir başka düğünde karşılaştığımız, ama dâvetine icâbet etmediğimiz bir arkadaş, hele bir de, “N’OLUYORUZ, GÖRÜŞEMİYORUZ?!” deyince ufaktan da olsa sıkıntı çekiyoruz.
Sizin anlayacağınız, paylaşmamanın sıkıntı olduğu bir toplum yapımız var. Bu da bizi ünsiyete zorluyor ki, bir millet için çok güzel bir şey. Bu özelliğimiz olmasa, GÖKYÜZÜNDE YALNIZ GEZEN YILDIZLAR misâli boşlukta savrulup giden parçacıklar olmaktan öteye geçemeyeceğiz.
YUSUF ZİYÂ ÖZTÜRK
En son dün akşam, Eymür eski muhtarlarından, aynı zamanda Emekli İmam, Gacaroğlu Ahmet Efendi’nin talebesi Yusuf Ziyâ Öztürk’ün aynı adı taşıyan torununun düğününde, biraz da, damadın ağabeyi mühendis Cem Öztürk’ün ilçedeki çalışmaları bağlamında tanınması dolayısıyla ağırlık Ulubey eksenli olmak üzere bir çok tanıdıkla buluşup görüşme imkânı bulduk. Y.Ziyâ Hocamızla sohbetin bereketi olarak uğrayan herkesle selâmlaştık hemen hemen. Çok güzel oldu.
Bu arada, 80’i aşan yaşı, konuşkanlığı, hâtıra zenginliği, dikkâtli gözlemi, anlatış tekniği ve cezbedâr uslûbuyla sohbetine doyum olmayan Yusuf Ziyâ Amcamız bir kültür ve irfan hazinesi olarak aramızda, yanı başımızda. Kendisinden alınacak çok şey var olduğunu hatırlatarak, Rabbimizden kendisine hayırlı uzun ömürler, bizlere de birikimlerinden istifâdeler diliyoruz.
ÖMÜR KISA, YAZILAR UZUN…
Evet, ne diyorduk, onunla sohbet esnâsında, Ulubey’in beyefendi isimlerinden Nihat Yurdakul Bey’in, el sıkışırken; “Yazılarını okuyoruz. Uzun oluyor, ancak başlayınca da hepsini okumadan bırakmıyorum!” sözleri bizim için iltifatın ta kendisiydi. Mesaj alınmıştı. Aslında bilmediğimiz şey değil, annem ve çocuklar da hep bunu söyler ama, kendimizi kaptırıyoruz demek ki. Her neyse, kendisine teşekkür ediyor, ilgisinin ve söz konusu etmesinin dahî bizi motive ettiğini belirtiyor kendisine buradan sevgi ve saygılar sunuyorum.
Benzer bir iltifata da, Cuma günü akşamı OBKT Fuaye salonunda, Sıtkı ÇEBİ merhum ve Muzaffer GÜNAY Bey ikilisinin derlediği ORDU İMAM-HATİP OKULU KİTABI’nın gala programında, Ali Osman DENİZ Hocamız’dan muhatap oldum. Yerel gazetelerimizden birinde yer alan, Trabzon izlenimleriyle ilgili yazımız bağlamında beğenilerini ifâde etti. Bunlar bizi daha da motive edici şeyler. Kendilerine teşekkürle berâber hayırlı uzun ömürler diliyor, o akşam yaptığımız gibi ellerinden tekrar öpüyoruz.
BEREKET YOLCULUĞU…
Okumak dedik, nereye geldik? Demek istediğim, Pazar gün köyde, geçen hafta gazetemizde haberi de yer alan ORBUZ Halil Usta (GÜMÜŞSOY) merhûmun dâveti vardı. Oradan evimizin yanına da geçtik. Bir-kaç dal kestik, çalı cıbırttık. Meyveleri şöyle bir dolaştık. Annem pancarlığı kolaçan etti. Kabaktan, fasulyeden Allâh ne verdiyse biraz toparladık. Elmalardan aldık. İncirlerde de azdan-çoktan bir şeyler vardı. Bunlardan birazını da şehre getirdik. Ne de olsa köy bereketi. Rabbimize şükürler olsun. Toprağın üstündeki bereketi altına taşıyabilme becerisini de nasîp etsin inşâllâh… Bu da, her şeyden önce onların zekâtı, sadakası, öşrü; neyi varsa onları yerine getirmekle olur her hâlde. Şükür, sâdece dille değil, daha çok elle olur gerçekte. Atalarımız boşuna NE VERİRSEN ELİNLE, O GİDER SENİNLE dememişler, değil mi?
Dolayısıyla, her türlü hediyeleşmeler, ikramlar da bunun bir parçasıdır. Nitekim, bu tür güzellikler çok makbûle geçiyor. İkram görenler çok çok teşekkür ediyorlar. Ne demişler; BİR ELMA, GÖNÜL ALMA. Rabbimiz cümlemize, verdiği her türlü bereketi gönül bereketiyle taçlandırmayı nasîp etsin... Hepimizi, dünyâ tarlasından, âhiret bereketi devşirme gâyesini ilke edinerek yaşayanlardan eylesin…
ÜÇ KİTAP, BEŞ OKUMA!....
Sevgili okurlar. Yazıya köy ayağından başlama gâyemiz sözü okumaya getirmekti. Köydeki kütüphâneden bir-kaç kitap aldım. Birisi Yahya Kemâl’in HÂTIRALARIM Kitabı. 21 Şubat 1980’de satın almışım. Uzun yıllar elime almamışım. Şimdi tekrar gözden geçirip okumak verimli oluyor. Bir meâl okumamız var. O da çok isâbetli bir seçim. Bir de Ergun GÖZE’den ANADOLU SAHÂBELERİ. Elimdekiler bunlar. Ama, aldığım tadı ifâdeden âcizim. Sâdece tavsiye edebilirim.
Meselâ, Yahya Kemâl’den birkaç bölümü buradaki dostlarla paylaştık. Çok memnun kaldılar. Sonra da, keşke böyle okumaların birlikte yapılabileceği bir mekânımız olsa dedik. Bu değerleri, kültürel güzellikleri paylaşabilsek dedik. İnşâllâh bir gün, böyle özlemleri olan ve gerçekleştiren toplum hâline geliriz. KİMBİLİR BELKİ YARIN, BELKİ YARINDAN DA YAKIN! Sizlerce de öyle değil mi dostlar?!
KIŞ MEVSİMİ, OKUMA MEVSİMİMİZ OLSUN…
Gerçekten de, uzun kış gecelerini okumak için bir fırsat bilelim. Gerekirse âilece programlar yapalım. Arkadaşlarla bir araya gelelim. Okumak gibisi yok. Okumak diploma değil. Onu kasdetmiyoruz. Onda olan güzellik başka şeyde yok. Biz de bunu ihmâl ediyoruz. Okumaya başlayınca kendimize geliyor, okumadığımız zamanlara hayıflanıyoruz.
Bu vâdîde ne desek az. YİNE DE UZADI AMA, daha fazla uzatmadan,- sözü bu söylemle bağlıyor, gelecek yazıda okuma konusuna yoğunlaşmak, okuduklarımızdan da bir şeyleri sizlerle paylaşmak dilek, arzu ve temennîsiyle sevgi, saygı ve sonsuz mutluluk temennîlerimizi sunuyoruz ves’selâm…