bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu deneme bonusu veren siteler ecoplay deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren bahis siteleri youtube mp3 bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler meritking giriş kingroyal giriş deneme bonusu veren siteler casinorulet.com casino siteleri

Nuri KAHRAMAN
Köşe Yazarı
Nuri KAHRAMAN
 

BAYRAM, SEYRAN; DERE, TEPE…

Ramazan bitti, bayram geçti; hayât devam ediyor. Hemen ardından düğünler sökün etti. Nitekim, daha ilk gün Saraycık’la başladık işe. Çarşamba günü akşamı Meliha Başar kızımızın düğününü yaptık. Kumru’ya, Göv âilesine gelin gitti. Hani ne derler; onlar ermiş murâdına, biz çıkalım kerevetine! Ne anlama geldiğini çok da bilmiyoruz ama, Meliha-Ali çifti, -meselenin içinde olup çeşitli süreçlerinde bulunduğumuz için rahatlıkla söylüyoruz ki- birbirlerine çok yakıştılar. Aralarında elektrik te oluştu. Rabbim heyecan, aşk ve mutluluklarını dâim eyleyip sonsuzlaştırsın inşâllâh. Perşembe günü bir cenâze arası oldu. Haberi daha Saraycık’tayken almıştık. Babaannem vefat ettikten sonra dedemin evlendiği 2. Eşi Fatma Ana, ambulansla götürüldüğü Samsun’da rahmete kavuşmuş. Allâh rahmet eylesin. "CANIM ANNEM, CANIM ANNEM..." Câfer Amcamın dediğine göre, 1962’de bu kapıya geldiğinde 42 yaşındaymış. Bu hesaba göre 97 yaşında oluyor. Ama ne olursa olsun, ölüm ölüm ve de özellikle anne, anne! Geçen Cumartesi, köyümüzde iki düğün vardı. Giderken uğradığımız mezar başında kızı ve torunu oradaydı. Songül Halamız, üzerine kızının getirdiği çiçekleri dizerken bir yandan da; “Niye bizi bıraktın canım annem, canım annem. Bayramda ne güzel ayaktaydı, gâyet neşeliydi, eğer bize son gülümsemesiymiş! Bayramın ilk günü, o da çok az bir şey yedi. Sonra artık mîdesi kabul etmedi. Bayramı oruçlu geçirdi sanki. Son gün birden hastalandı; Ordu, Samsun derken de böyle oldu” diyerek göz yaşı döküyordu. Bizim de, bayramın ilk günü, kızı Songül, dâmâdı, muhtarımız Ferhat Pala’nın evinde onu son görüşümüzmüş. Hattâ yeğenim Sâlih’le karşılıklı mani atıştılar. Onun çok tekrarladığı birkaç maniyi karşılıklı seslendirdiler yâni. Bir asra yakın bir ömür. Dile kolay! Kim bilir neler yaşadı. Çileler, ıstıraplar, gariplikler. İlk beyi genç yaşta ölmüş. 2. Beyi Selâhattin dedemizle de fazla berâberlikleri olmadı. Çünkü, o da vefat edeli 30 yılı geçti. Tek başına, uzun yıllar sessiz-sedâsız yaşadı. Tabiî bu bize göre. Kendisine sormak lâzımdı bir de. Meselâ en azından, bir oğlu, iki kızının hastalıktan öldüğünü biliyoruz. Dedemden olan kızları, halalarımız da benzer rahatsızlıklardan tedâvi sürecindeler. Bir anne olarak çocuklarını toprağa vermenin acılarını yaşadı. Hasta olanların ızdırâbını taşıdı. Diğerlerinin gurbetini, sıkıntılarını çekti. Kim bilir içinde ne fırtınalar koptu, ne tûfanlar yaşadı? Her insan başlı başına bir dünyâ ve hayâtını tüm gizemleriyle kendi içerisinde yaşıyor daha çok. Dışarı yansıyan, aysberg misâli çok az bir kısım. Dışta sessiz görünenlerin içinde neler yaşadığını kim nasıl bilebilir? Kendilerimizden pay biçelim. Hangimizin, kelimelere dökülen, görüntüye gelenlerin ötesinde çok daha farklı bir iç âlemimiz ve sır boyutumuz yoktur! İşin garibi, asıl kimliğimiz de orada gizlidir. Her şeyi olduğu gibi, işin bu tarafını da, tüm boyutlarıyla yalnızca Allâh bilir. Dolayısıyla, kimin gerçekte ne olduğunu Allâh’tan başka kimse bilemez. Biz yalnızca zâhire göre konuşuruz. İşin hakîkâti Allâh’a mâlumdur. Rabbimiz cümlemizin sonunu ve de encâmımızı hayr’eylesin inşâllâh… DÂVETLER, DÜĞÜNLER, KESTÂNE ÇİÇEKLERİ...  Bir sonraki akşam dâveti oldu. Çok güzeldi; hem hava, hem hizmet, hem muhabbet ve de program. Rahmet ve berekete de vesîle olmuştur inşâllâh. Hepimiz öleceğiz. Ondan 35 gün önce de, yine bu kapıdan yeğenim Göktuğ’u uğurlamıştık. Onun yaşı 29’du. Burada, rahmetli, -Ulubeylilerin hemen hatırlayacağı- Bilâl Yüksel’in (dayım) tekerleme misâli hep tekrarladığı; İster az yaşa, ister çok yaşa; âkıbet gelir başa! sözü geldi aklımıza ister-istemez. Onu da rahmetle analım. Rahmetle anmak derken, 20 Ocak’ta toprağa verdiğimiz Hüseyin YÜKSEL için de dâvet vardı geçen gün. Pazar günü Çongara’daydık yâni. Oradan Ulubey ne kadar güzel gözüküyor. Hele,  o tepeye kestâne çiçekleri ne kadar çok yakışıyor. Kestâne çiçekleri nereye yakışmıyor ki? Eymür’de, evimizin bulunduğu, şimdi bayrak ta dalgalanan tepeye eskiden beri Azaklı Dağ denilir. Bayrak Tepe diye anılmaya başlanan bu tepenin Ulubey’e bakan tarafında ulu kestâne ağaçları vardır. Onlar da uzaktan çok güzel görünüyorlar çiçekleriyle. Ancak son gördüğümde eteklerdeki ağaçlarda çiçek kalmadığını fark ettik. Demek ki artık çiçeklerin dökülme zamânı. Eymür Tepesi ve Pamukluk tepesinde de yer yer kestâne ağaçları çiçekleriyle kendilerini belli ediyorlar. ÇONGARA, EYMÜR; DUTLAR, ERİKLER... Çongara dönüşü yeğenim Göktuğ’lara uğradık. Onun vefatından sonra amcamların evi ve de mezarlık daha bir yakınlaştı bize. Şimdi bakıyoruz da, babam, yeğenim, büyük amcalar, yengeler, dedemiz, büyük annelerimiz hep bir arada. Mahalle kalabalıklaşıyor. Bizler de oraya yaklaşıyoruz. Arife günü mezar üstünde, Yâsin programında ifâde edildiği gibi;” Sizlere hoşgeldiniz demiyoruz. Sonuçta hepimizin de asıl evi burası! Hep buraya geleceğiz!” Rabbimiz  cümeye hayırlı gelmeler nasîp etsin inşâllâh. Âmin…  Göktuğlar, yâni amcamlarda dut döktük. Artık o da elini ayağını çekiyor. Yarı yanıkları içerisinden yine de kanağımızı aldık elhamdülillâh. Allâh hayırlısıyla nice dut mevsimleri idrâk etmeyi nasîp eylesin. Gerek topladığımız erikleri, muşmulayı, diğerlerini, dikenlerden, bakanlardan, dökenlerden, önümüze getirenlerden, çarşafın kulağından tutanlardan râzı olsun. Âmin. Bir şey daha söyleyeceğim. Güneş batmak üzere. Ulubey ve Şayıp tam karşımızda. Tepeler ufuk çizgisinde bir silûet hüviyetinde. Ulubey’deki kestâneli tepe bir kubbeyi, Şayıp Tepesi de bir kümbeti andırıyor. Manzara doyumsuz. Hava da. Akşamla birlikte, gerek torunları, gerekse analıklarının vefatı bağlamında eksik olmayan misâfirler ayrılıyorlar. Bir zaman sonra da biz. Yukarıya, kendi evimize geçiyoruz. KUŞLAR, KUZULAR; ÇİÇEKLER, NİLÜFER...  Torunumuz Nilüfer burada. Anne-babasıyla birkaç gün kalacaklar. Yaylalara, ilçelere gitmeyi plânlıyorlar. Etrafta kuş sesleri, yer yer horoz ötmeleri. Karşı komşunun kuzusu. Köpek havlamaları, kedi miyavlamaları. Nilüfer’in en çok ilgisini çeken şeyler. Tam bu yazıyı yazarken gelen, adliye söylemli dolandırıcı telefonu biraz moralimizi bozsa da, burada hayat güzel. Sağolsun, oğlumun kararlı müdâhalesi ve polisi aramasıyla problem bertaraf oluyor. Allâh cümlemizi (CC) kötülerin şerrinden korusun. Ülkemiz güzel. Dînimiz, îmanımız, örfümüz, geleneğimiz. Ama, kara çalmak, havayı bulandırmak, memleketi karıştırmak, dünyâmızı karartmak isteyenler çok. İçimizdekiler böyle yapar da, dışımızdakiler, kâfirler boş durur mu? Bölgenin hâli ortada. Allâh fırsat vermesin; oyunlarını, öldürücü silâhlarını başlarına çevirsin inşâllâh. Yine görüşmek, nice bayramlara hep birlikte erişmek dileğiyle Allâh’a emânet olunuz ves’selâm…
Ekleme Tarihi: 05 Temmuz 2017 - Çarşamba

BAYRAM, SEYRAN; DERE, TEPE…

Ramazan bitti, bayram geçti; hayât devam ediyor. Hemen ardından düğünler sökün etti. Nitekim, daha ilk gün Saraycık’la başladık işe. Çarşamba günü akşamı Meliha Başar kızımızın düğününü yaptık. Kumru’ya, Göv âilesine gelin gitti. Hani ne derler; onlar ermiş murâdına, biz çıkalım kerevetine!

Ne anlama geldiğini çok da bilmiyoruz ama, Meliha-Ali çifti, -meselenin içinde olup çeşitli süreçlerinde bulunduğumuz için rahatlıkla söylüyoruz ki- birbirlerine çok yakıştılar. Aralarında elektrik te oluştu. Rabbim heyecan, aşk ve mutluluklarını dâim eyleyip sonsuzlaştırsın inşâllâh.

Perşembe günü bir cenâze arası oldu. Haberi daha Saraycık’tayken almıştık. Babaannem vefat ettikten sonra dedemin evlendiği 2. Eşi Fatma Ana, ambulansla götürüldüğü Samsun’da rahmete kavuşmuş. Allâh rahmet eylesin.

"CANIM ANNEM, CANIM ANNEM..."

Câfer Amcamın dediğine göre, 1962’de bu kapıya geldiğinde 42 yaşındaymış. Bu hesaba göre 97 yaşında oluyor. Ama ne olursa olsun, ölüm ölüm ve de özellikle anne, anne! Geçen Cumartesi, köyümüzde iki düğün vardı. Giderken uğradığımız mezar başında kızı ve torunu oradaydı. Songül Halamız, üzerine kızının getirdiği çiçekleri dizerken bir yandan da; “Niye bizi bıraktın canım annem, canım annem. Bayramda ne güzel ayaktaydı, gâyet neşeliydi, eğer bize son gülümsemesiymiş! Bayramın ilk günü, o da çok az bir şey yedi. Sonra artık mîdesi kabul etmedi. Bayramı oruçlu geçirdi sanki. Son gün birden hastalandı; Ordu, Samsun derken de böyle oldu” diyerek göz yaşı döküyordu.

Bizim de, bayramın ilk günü, kızı Songül, dâmâdı, muhtarımız Ferhat Pala’nın evinde onu son görüşümüzmüş. Hattâ yeğenim Sâlih’le karşılıklı mani atıştılar. Onun çok tekrarladığı birkaç maniyi karşılıklı seslendirdiler yâni.

Bir asra yakın bir ömür. Dile kolay! Kim bilir neler yaşadı. Çileler, ıstıraplar, gariplikler. İlk beyi genç yaşta ölmüş. 2. Beyi Selâhattin dedemizle de fazla berâberlikleri olmadı. Çünkü, o da vefat edeli 30 yılı geçti. Tek başına, uzun yıllar sessiz-sedâsız yaşadı.

Tabiî bu bize göre. Kendisine sormak lâzımdı bir de. Meselâ en azından, bir oğlu, iki kızının hastalıktan öldüğünü biliyoruz. Dedemden olan kızları, halalarımız da benzer rahatsızlıklardan tedâvi sürecindeler. Bir anne olarak çocuklarını toprağa vermenin acılarını yaşadı. Hasta olanların ızdırâbını taşıdı. Diğerlerinin gurbetini, sıkıntılarını çekti. Kim bilir içinde ne fırtınalar koptu, ne tûfanlar yaşadı?

Her insan başlı başına bir dünyâ ve hayâtını tüm gizemleriyle kendi içerisinde yaşıyor daha çok. Dışarı yansıyan, aysberg misâli çok az bir kısım. Dışta sessiz görünenlerin içinde neler yaşadığını kim nasıl bilebilir? Kendilerimizden pay biçelim. Hangimizin, kelimelere dökülen, görüntüye gelenlerin ötesinde çok daha farklı bir iç âlemimiz ve sır boyutumuz yoktur! İşin garibi, asıl kimliğimiz de orada gizlidir.

Her şeyi olduğu gibi, işin bu tarafını da, tüm boyutlarıyla yalnızca Allâh bilir. Dolayısıyla, kimin gerçekte ne olduğunu Allâh’tan başka kimse bilemez. Biz yalnızca zâhire göre konuşuruz. İşin hakîkâti Allâh’a mâlumdur. Rabbimiz cümlemizin sonunu ve de encâmımızı hayr’eylesin inşâllâh…

DÂVETLER, DÜĞÜNLER, KESTÂNE ÇİÇEKLERİ... 

Bir sonraki akşam dâveti oldu. Çok güzeldi; hem hava, hem hizmet, hem muhabbet ve de program. Rahmet ve berekete de vesîle olmuştur inşâllâh. Hepimiz öleceğiz. Ondan 35 gün önce de, yine bu kapıdan yeğenim Göktuğ’u uğurlamıştık. Onun yaşı 29’du.

Burada, rahmetli, -Ulubeylilerin hemen hatırlayacağı- Bilâl Yüksel’in (dayım) tekerleme misâli hep tekrarladığı;

İster az yaşa, ister çok yaşa; âkıbet gelir başa!

sözü geldi aklımıza ister-istemez. Onu da rahmetle analım.

Rahmetle anmak derken, 20 Ocak’ta toprağa verdiğimiz Hüseyin YÜKSEL için de dâvet vardı geçen gün. Pazar günü Çongara’daydık yâni. Oradan Ulubey ne kadar güzel gözüküyor. Hele,  o tepeye kestâne çiçekleri ne kadar çok yakışıyor.

Kestâne çiçekleri nereye yakışmıyor ki? Eymür’de, evimizin bulunduğu, şimdi bayrak ta dalgalanan tepeye eskiden beri Azaklı Dağ denilir. Bayrak Tepe diye anılmaya başlanan bu tepenin Ulubey’e bakan tarafında ulu kestâne ağaçları vardır. Onlar da uzaktan çok güzel görünüyorlar çiçekleriyle. Ancak son gördüğümde eteklerdeki ağaçlarda çiçek kalmadığını fark ettik. Demek ki artık çiçeklerin dökülme zamânı. Eymür Tepesi ve Pamukluk tepesinde de yer yer kestâne ağaçları çiçekleriyle kendilerini belli ediyorlar.

ÇONGARA, EYMÜR; DUTLAR, ERİKLER...

Çongara dönüşü yeğenim Göktuğ’lara uğradık. Onun vefatından sonra amcamların evi ve de mezarlık daha bir yakınlaştı bize. Şimdi bakıyoruz da, babam, yeğenim, büyük amcalar, yengeler, dedemiz, büyük annelerimiz hep bir arada. Mahalle kalabalıklaşıyor. Bizler de oraya yaklaşıyoruz. Arife günü mezar üstünde, Yâsin programında ifâde edildiği gibi;” Sizlere hoşgeldiniz demiyoruz. Sonuçta hepimizin de asıl evi burası! Hep buraya geleceğiz!” Rabbimiz  cümeye hayırlı gelmeler nasîp etsin inşâllâh. Âmin…

 Göktuğlar, yâni amcamlarda dut döktük. Artık o da elini ayağını çekiyor. Yarı yanıkları içerisinden yine de kanağımızı aldık elhamdülillâh. Allâh hayırlısıyla nice dut mevsimleri idrâk etmeyi nasîp eylesin. Gerek topladığımız erikleri, muşmulayı, diğerlerini, dikenlerden, bakanlardan, dökenlerden, önümüze getirenlerden, çarşafın kulağından tutanlardan râzı olsun. Âmin.

Bir şey daha söyleyeceğim. Güneş batmak üzere. Ulubey ve Şayıp tam karşımızda. Tepeler ufuk çizgisinde bir silûet hüviyetinde. Ulubey’deki kestâneli tepe bir kubbeyi, Şayıp Tepesi de bir kümbeti andırıyor. Manzara doyumsuz. Hava da.

Akşamla birlikte, gerek torunları, gerekse analıklarının vefatı bağlamında eksik olmayan misâfirler ayrılıyorlar. Bir zaman sonra da biz. Yukarıya, kendi evimize geçiyoruz.

KUŞLAR, KUZULAR; ÇİÇEKLER, NİLÜFER... 

Torunumuz Nilüfer burada. Anne-babasıyla birkaç gün kalacaklar. Yaylalara, ilçelere gitmeyi plânlıyorlar. Etrafta kuş sesleri, yer yer horoz ötmeleri. Karşı komşunun kuzusu. Köpek havlamaları, kedi miyavlamaları. Nilüfer’in en çok ilgisini çeken şeyler.

Tam bu yazıyı yazarken gelen, adliye söylemli dolandırıcı telefonu biraz moralimizi bozsa da, burada hayat güzel. Sağolsun, oğlumun kararlı müdâhalesi ve polisi aramasıyla problem bertaraf oluyor. Allâh cümlemizi (CC) kötülerin şerrinden korusun.

Ülkemiz güzel. Dînimiz, îmanımız, örfümüz, geleneğimiz. Ama, kara çalmak, havayı bulandırmak, memleketi karıştırmak, dünyâmızı karartmak isteyenler çok.

İçimizdekiler böyle yapar da, dışımızdakiler, kâfirler boş durur mu? Bölgenin hâli ortada. Allâh fırsat vermesin; oyunlarını, öldürücü silâhlarını başlarına çevirsin inşâllâh.

Yine görüşmek, nice bayramlara hep birlikte erişmek dileğiyle Allâh’a emânet olunuz ves’selâm…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve orducu.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.